Güçlüyseniz başlatmak çok kolaydır; tek gereken paravanca olaylar ve bitirmemek için zengin kaoslar… İstenildiği kadar can kaybı ve soykırım sayılmayacak bir uluslararası rahatlıkla elde edilen dogmatik ihtiyaçlar... Bunlar yerine geldiğinde, barış çok çabuk gelir ve tabii ki demokrasinin(!) ayak sesleriyle... Zaman ilerledikçe daha da zalim olmak için yöntemler bulmak, insanlığın neye hizmet ettiğiyle çelişiyor bence. Şeytanın bizden emin bir şekilde iddialarca arkamızda durmasının sebebini anlamak daha kolay bugünlerde... Allah bizi, bizim merhametimize bıraktığından beri dünyayı kan götürüyor. Güçlü, arsızca isteklerini savaş kurallarından bihaber söküp alırken bombalar kovalıyor yalın ayak sivilleri. Mezar başında beklememeli çocuklar derken, mezara girmemeli çocuklara döndük artık. Savaş suçlarını meşru hale getirmeyi ve soykırım için gerekçe olabilirmiş gibi canavarca planlanmış oyunları kader ve hak edilmiş bir yenilgi olarak yutturmaya çalışmak tam da Batı’nın küçük oyuncaklarına yakışırdı zaten.
Madalyonların iki yüzü ve döngü şeklinde asla sonu olmayan bir ortası vardır. Tıpkı dünya gibi, farklı uçlar ve Ortadoğu. Fakat burada bizim durmamız gereken nokta neresi? Dört tarafı ve kendi krizlerle çevrili vatanımız, her olayda mıh gibi sağlam bir köşe seçmeliyken ve dış politikamız da bu yönde ilerlerken halk olarak bizi kargaşaya sürüklemek isteyenlerin ekmeğine yağ sürmek neden? Yanlışa yanlış demeden önce ideolojik geçmişe ve olası geleceğe bakmak politik bir eylem midir yoksa vicdani bir bakış mıdır? Terör örgütlerinin amacı gerçekten kutsanmış davanın peşinden gitmek mi, yoksa soykırımı yasallaştırmak için göz yumularak savaşı başlatma ateşini körüklemek mi? Neye hizmet ettiği tartışılır ancak insan hayatının haysiyetine hizmet etmediği kesin. İşte bu yüzden mazlum ve zalim taraflara hakkını teslim edip kendi toprağına sahip çıkmalı herkes. Olmadığımız masalar için bile taraf seçme yarışına, birbirimize olan nefretimizle koşarak gidiyoruz. Tüm kitapların öldürmeyeceksin, can almayacaksın emrine gökyüzünden perdeler indiren güya her taraftan hak yolcuları Kudüs’ü istiyorlar. Kanlar dökerek, her şeyi yıkarak ve tek bir çocuk nefesi bile bırakmayacak şekilde savaşarak. Yahudiler mi, Hristiyanlar mı, Müslümanlar mı? Öldürmeyeceksin… İnsan hakları; güçlü olanların, Batı’nın piyesler kurmasına maşa olmak için verilen bir sufleymiş, onu anladık lakin soykırımın suç olması da mı tedavülden kalktı Ortadoğu’nun yeni sahnesinde? Filistin halkı hayattan; dininden, çocukluğundan ve çocuklarından, kadınlarından, erkeklerinden, topraklarından ve belki geçmişlerinin diyetleriyle bu yüzyıla ait bir coğrafyada, acı içinde doğdular ve acı içinde ölüyorlar... İsrail oğulları, çocuklarından ve çocukluğundan, geçmiş acılarından, soykırımlarından güç alarak öldüreceksin emriyle yaşarken hırs içinde büyüyüp intikamla zalimliği kanlarına işliyorlar. Burada halk ile orduyu, emir verenleri ve yöneticilerin sorumluluğunu belirtmek gerek. Kudüs dile gelse, Mescid-i Aksa kalksa yürüse, ezer geçerdi hepsini kimsenin kılına zarar vermeden… Savaş ki insanlığın kutsalını hiçe sayan, barış ki her haklı davayı kutsayan ve onurlu mücadeleleri anıt sayan! Masumların öldüğü hiçbir dava kutsal değildir ve karar verenlerden olmamak bizi sorumsuz kılmaz tıpkı sorumlu kılmadığı gibi. Politikacıların, misket oynar gibi halkları birbirine vuruşturması ve tüm dünyanın seyirci olarak alkış tutması, ne onurlu bir yaşam değil mi? Vatanımızı seviyor ve korumak istiyorsak; daha çok okumalı, şikâyet ettiğimiz düzeni değiştirmeyi yıkarak değil, eğitimle sağlamlaştırmalıyız. Biliyoruz ki temelimiz güçlü, atalarımız adaletliydi; mazluma yardımı gocunmadan, zalime tepkiyi esirgemeden ve en önemlisi haklıyı gözeterek verirdi. Mazlum ve zalim; haklı ve haksız demek değildir. Bunu nasıl gösterdiğidir; hiçbir haklılık görecesi, eziyeti doğuramaz.
Unutmadan biliyoruz ki, biz zalim olmayacağız. Ve fakat mazlum olmak ihtimalinin bile doğmasıyla etrafımızı zalimler saracak, aralarına girmek derdiyle yanıp tutuşanların ‘’Ben Türk değilim!’’ nidaları bile hiçbir işe yaramayacak. Batıya benzeme aşkıyla değil, özünü kurtarıp kanla yazmalı tüm haklı davaları ve insanca yaşamak için ilk gerek topraksa eğer, sahip çıkmalı en ufak bir taşından, en sevmediğin insanına kadar! Devlet ve hükumeti birbirinden ayırmalı, ideolojiyle vatanı kıstas tutmamalı hiçbir zaman, kendine bir anayurt aramak istemiyorsa eğer… Vatansızlık bir ideoloji değildir, mecburi bir yaşam biçimidir ve bu mecburluk insanı dünyada sefil ve yok olmaya sürükler. Her türlü meşgale ile mücadele edebileceğiniz alanın sizden alınması demektir, vatansızlık. O yüzden toprak, her şeydir. Vatan, her şeydir ve ideoloji ne olursa olsun, çatısında toplanmamız gereken herhangi bir olayda dışarıdan bakanlar, içeriden nefret etmeye mahkûm ve asıl vatansızın kendileri olduğundan bihaberdir. Bayrak, toprak ve vatan yoksa dinini yaşamak için bile vereceğin mücadele kutsal bir kimsesizliktir… Bu yüzden ülkemize dünyadan bakarken bastığımız yeri unutmamalı, ülkemizden dünyaya bakarken ise, dünyanın bize bakışını bilerek yürümeliyiz.
Tebrikler çok güze bir konuya, çok güzel değinilmiş..
Kalemine sağlık ????????????????