Nadir olan şeylerin ne kadar güzel olduğuyla ilgili methiyeler düzer herkes… Ben böyle düşünmüyorum artık. Bazen bir bakış görürsünüz ve bu, bir kişiye olan bütün hislerinizi buza çevirir. Çok üzülürsünüz ancak bunu belli etmek için en ufak bir çaba bile göstermezsiniz çünkü artık o insanda değerinizin olmadığını düşünürsünüz ve sizin ruh halinizdeki değişimlerin onda bir karşılık yaratacağına inanmazsınız. Samimiyetsizliklerini saklamaktan vazgeçtikleri için kutlayabiliriz de onları tabi… Sonra da insan yavaş yavaş hep yaptığı, söylediği şeyleri nadiren yapmaya başlar ve bu onları rahatsız eder. İnsanları azlığa sürükleyip o azlıktan kalan artıklara inci muamelesi yaptıklarında lütuf bekleyen duyarlılardan mısınız siz de? Çokluğuna hasetlikle burun kıvrılan şeylerin azlığından şikâyet etmek ve de içten içe hep az kalmasını istemek… Belki de varlığını kabullensek ve nadirlik özden gelen bir şeyse selam verip devam edebilsek; zararsız ve ziyansız, özümüzden kopmadan, kimseyi de koparmadan. Ne dersiniz? Gerçek sanılan büyük duyguların içlerinde sadece ‘’ben’’ yazdığını görebilseydiniz, hiçbir şeye inanmazdınız.
Çok sevdiği için mi vermek ister canını âşık
Yoksa canını vermek istediği için mi sever bir ruhun acısını?
Göstermeli tüm hünerlerini ve bağırmalı benim diyen çığlık,
Seni seviyorum ve ben kazanmalıyım bu savaşı;
En çok acıtan ve acısını kibirlerce mazlumdan seven kaçık!
Neden az? Değerli olduğu için mi, samimi bir değer görmediği için mi? Nadir olan her şeyin tamamen eksiltilmiş olduğunu ve eksilten sebeplerinse nadirliğin peşinde bir mucit olduğunu düşünüyorum. Nadir karşılaşılan durumlar ya da davranışlar insanların karakterlerini belirler fakat neden nadir karşılaşırız güzel(?) şeylerle? Biri neden nadir gülümser ve gülüşü ya daha kıymetli olur ya da neden nadir gülümseyişinin bile hesabını sorar insanlar? Ya da biri çok nadir yardım ister ve hayatın bize dersi de bu olur; o kişi en çok ihtiyacı olduğu an ve bunu dile getirdiği; nadirlik üstüne nadirliğin çakıştığı o an, yapayalnızdır. Sevilmeyi erteleyen ve sevmeyi her zaman bir başına yaşayan insanların nadirliği gibi mesela… Bilmediğimiz şeyleri ne kadar da güzel yok sayıyoruz değil mi? Ben sanıyordum ki, inanmazsam gerçek olamaz hiçbir şey… Bilmiyorsam önemi yok, görmüyorsam yaşanmamış ve duymuyorsam söylenmemiş henüz sözlerin en güzeli. Haberimizin olmadığı şeylerin varlık reddi bize mi kaldı? Bize mi kaldı kâinatın ve yaratılmışların hislerini yok saymak?
Pişmanlık.
Nadir olduğu için mi bu kadar can yakıyor? Hata üstüne hatalar yapıyorum bazen. Sanıyorum ki düzelecek bir şeyler, süpürdükçe halının altından dağlar yükseliyor ve ufacık bir şeyde patlıyor o dağlar, lavlar saçarak. Nadirler toplantısı yapıyor içim. Sevilmeyi ertelemek kararı ve sevmeyi hep bir başına yapmak meşguliyetine zarar verildi bugün. Bu istişare,
Benim dahlim olmadan içimi kapladı,
Ve ben sıfatlarımın kayıplığında
Mümkün bulundum bir savaş yurdunda.
Ertele diyor içim inanmayı,
Reddet bilinmeyi
Ve kar delinene kadar sev coşkuyla,
Günyüzü görmesin nadirler
Ve savaş yurdunda uçsun bir kelebek;
Tüm gizlerin ortasında,
Az bulanan kimselerle ve ölüme çeyrek kala.
Uçurtmalar göresin diyor bana tüm delik deşik sırtların arasından,
Yapayalnız imdatlar doluyor kulaklarımın fısıltısına,
Yeter diyor,
Yeter konuştuğun şahdamarınla
Ne yapmalıyım?
Bu çaresizlik sıkıştırıyor kalbimi biliyorum
Biliyorum son bulduğunda yürüyüşler;
27’sinde bir gün dolacak
Biliyorum kesilecek sohbetlerim damarımla,
Bitecek münakaşalarım hayatla ve yollarla!
Sevmiyorum artık bilinmeyeni reddetmeyi,
Sükûnet gönderiyorum saygı esirgediğim tüm sırlara…
Anlıyorum ki;
Bir şeyin nadirliğini gördüğümüzde onu sıkı sıkı tutmalıymışız… Ama hakikilikten bahsediyorum. Dilinden büyük laflar, büyük sevdalar düşmeyen ‘’ben en iyisiyim!’’ naralarının kanıtlı maktullerinden bahsetmiyorum… Gerçekten tutmalıymışız nadirleri ve en çok da kendimizi. Uçup gidermiş bir kelebek ve biz onun son gününe denk gelebilirmişiz.
İnsanın tutarı yokmuş şu dünyada, tutmazlardan öğrendim ben hep düşmeyi
İnsanın azı çoğu olmazmış hayatta, eksilerek öğrendim düşlemeyi
‘’Hayat bize oyun oynuyor olabilir mi?’’ dedikçe aptalmışım,
Yaşamak nadir bulunan bir suymuş ve her insan içemezmiş…
Nadir bulunan bir suymuş insanların hepsi;
Nadir bulunan bengisu, ahudan bir suymuş
Ve çölde bulsak birbirimizi,
Çölde görsek kalplerimizi
Kana kana körmüşüz artık,
Seraplara inansak bile içemeyiz birbirimizi
İnsan nadir bulunan bir suymuş kelebek ömrümde,
Ve kurumak yakın kadar eksikmiş insan gülüşünde
Nadirse ölesiye tutun tüm sözleri, belki 27’dir,
Gözleri serapsa için tüm ateşleri, belki gerçektir,
Alevden gelmiştir ve uyuyordur; halı altı dağların ötesinde
İyi olmadığım günler; kaçabildiğim kadar kaçarım içim ülkesine ve dümdüz yürürüm, yollar bitse keşke diye düşünerek... Siz ne yaparsınız? İyilik bir duyu organı olsaydı keşke diye düşünürüm bazen, uykum gelince özellikle… Ne garip. Hepimiz nadiriz ve başkalarına benzemeye çalışmakla tükeniyor ömrü insanların. Ya da tek nadirliği kendinde sanmakla tükeniyor ruhu insanın.
Belki inanmak lazım fakat bir kelebek uçuşunda kaldı aklım.
Belki sevmek lazım fakat inancı öndeymiş; yüreğimde saklının.
Ne garip…
Yazılar bir lahit olsa keşke ömrümde,
Her yazılan da ölsem ve gömülsem karanlığın dehlizlerine.
Noktayla nefesim yükselse
Ve yaşıyor deyip çözseler şifresini mumyanın,
Çıksa tüm gizler gökyüzüne.
Hiç açılmamış lahitler var altında dünyanın;
İlk günkü gibi duran karşılaşmalar yeryüzünde…