• Künye
  • İletişim
  • Çerez Politikası
  • Gizlilik İlkeleri
Anasayfa
  • SPOR
  • POLİTİKA
  • SAĞLIK
  • EKONOMİ
  • KÜLTÜR SANAT
  • DÜNYA
  • BURSA
  • TÜRKİYE
  • Yaşam Siyaset Magazin Gündem NEWS
  • Ara
SON DAKİKA:
02:05
Bursa İnegöl 9. yılda da demokrasi için yine meydanlardaydı
01:00
Tekirdağ Şarköy ve Çanakkale Ayvacık'ta yangınlara müdahale sürüyor
00:50
15 Temmuz'un 9. yılında 90 bin camide sela yankılandı
00:00
Cumhurbaşkanı Erdoğan: FETÖ ile mücadele devam edecek
Video Galeri Foto Galeri Yazarlar Üye Paneli
A
Büyüt
A
Küçült
Yorumlar
  1. Köşe Yazarları
  2. Nurefşan OKUMUŞ
  3. EL ÂLEM NE DER?
Yayınlanma: 05 Temmuz 2023 - 19:08

EL ÂLEM NE DER?

05 Temmuz 2023 - 19:08
Yorumlar
Yazdır
A
Büyüt
A
Küçült
Yorumlar
EL ÂLEM NE DER?
Nurefşan OKUMUŞ

Bizim ülkemizde insanlar birbirlerini çok severler. Sevmekten daha mühim olan ise birbirlerini ön planda tutup karşılarındaki insanların düşüncelerine göre hareket etmeleridir. Ne kadar nezaket dolu, hoş bir şey gibi geliyor kulağa değil mi? Fakat benim size bahsedeceğim şey tatlı bir empati değil maalesef. Ben size zehirlenmekten, daha doğrusu birbirimizi zehirlemekten ve bunu büyük bir zevkle yapmamızdan bahsedeceğim. Kaotik bir düzenin zehirli sarmaşıkları içinde yer bulabilmek için debelenip durmak… Bu düzende insanlar; kendi hislerinden ziyade diğer insanların düşüncelerine uyum sağlayabilmek, oyunu kuralına göre oynayabilmek için yaşarlar. Bir şeyi istemek, hayal etmek önemli değildir. Önemli olan, o şeyin gerçekleşmesinden sonra insanların vereceği tepkidir. Eğer bu tepkiyi göze alamıyorsa insan, ne kadar çok istediği bir fark yaratmaz; içinde ukdeler bırakmaya mahkûmdur. Tüm gölgelere rağmen El âlem hapishanesinden kaçamıyorsanız, hayallerinizi ve isteklerinizi yüreğinize ağır prangalarla tutsak edersiniz… Kalbiniz ağırlaşıp taşlaştığında ise mahkûm olmaktan çıkıp gardiyanlığa bürünürsünüz. Hayallerinizi unutup başkalarının yollarını tıkamaya çalışırsınız. Yargılamaya başlamak, korktuğunuz tepkileri vermeye doğru bir gelişim gösterir bu yüzden de düşünülüp yapılması gereken hatta mümkünse yapılmaması gereken bir şeydir. El âlem denen şey ise bu sakındığımız tepkilerin sahibidir. Onlar; hepimizin tanıdığı, kendimizi beğendirebilmek ve onaylarını alabilmek için hayatımızı, hayallerimizi harcadığımız insanlardır. Bizi sevdiklerini düşünürüz, bu yüzdendir edilen lafların hepsi; bizi, bizim hayallerimizden, mutluluğumuzdan korumak için... Eminim bu korumacı tavırlar size tanıdık gelmiştir, zira el âlem her zaman uzakta değildir:
 ‘’El âlem ne der?’’ lafındaki el âlemi oluşturanlar zamanında tüm tepkilere boyun eğenlerin ta kendileridir ve bu yüzden görmeye katlanamadıkları özgürlükler, onların ulaşamadığı her yerdedir. Bir zamanlar hayallerini süsleyen özgürlüklerin etraflarında gerçekleşmesini izlemek onlara dayanılmaz bir öfke verir. Sinsice geçerler önünüze; hedeflerinize güya saygı duyarlar, fikirlerinize onlar da katılıyorlardır tabii ki ancak el âlem… El âlem ne der? Canımızdan çok sevdiğimiz, aynı şekilde sevildiğimizi düşündüğümüz insanların bize el olduğunu ve âlemlerine girebilmek, yer edinebilmek için onların uygun gördüğü yerlere sığabilmemiz gerektiğini fark etmek, seçeneklerimizi ve ruhumuzu daraltır. Bu yol ayrımı ya oyunbozan ya da el âlem olma hakkı sunar bize. Çünkü o yerlere sığabilmek için uzayıp kısalmak, değişmek gerekir; fikirlerimizi gömmemiz ve hislerimizi bastırmamız bize yüklenen mecburi bir reformdur.…
 Ne acı değil mi? Sevdiklerimizin kalbinde bir yer edinmek ancak kendimiz olmaktan vazgeçersek mümkün. Cümle baştan sona alışılmış çaresizlik dolu aslında… Oysa sevgi koşulsuzdur. Birini seviyorsak, onun kalbimizde yer edinebilmesi için bizim verdiğimiz fikirleri giymesine; uzayıp kısalmasına, değişmesine gerek olmamalıdır. Sevdiklerimiz zaten kalbimizde yaşarlar zira evleridir orası… Bugüne kadar hep böyle öğrendik ancak teoride doğru olan şeyler pratikte karşımıza bile çıkmaz çoğu zaman. Bence kimse evinde yer edinmeye çalışmak mecburiyetinde bırakılmamalı… Ya değişmeli teoriler, doğrusu bu diyerek öğretilmemeli çocuklara ya da uygulamaya dökülmeyen sevgiler ayıplanmalı herkes tarafından...
Kendi evinde el olmak ve hiçbir âleme sığamamak… Gösterilmeyen sevgileri hissetmeye çalışarak geçirilen ömürler ve bu rezil geleneği nesillerce aktarmak. Sanki bütün insanların düşünceleri bir bedene bürünmüş; ruhumuzu da sıkıştırmışlar bir kaleme, her yeri karalıyorlar… Aslında hepimiz yapıyoruz bunu, birbirimizi bir mürekkep haline getirip kalemlere sıkıştırıyoruz. Teori ile pratik arasındaki tezatlığı törpülemek için kendi hayatımızı başkalarının karalamasına izin veriyoruz ve izliyoruz öylece. Bu yüzden gelecekten bahsetmek külfet gibi geliyor bazılarımıza. Çünkü herkesin şikâyet ettiği aynı zamanda da kabullendiği bir baskılar çerçevesine sıkışmış durumdayız… Çerçevede en güzel fotoğraflarımızla duruyoruz; en münasip gülüşlerimizle ve bakışlarımız eksikken. Etrafta asılı duran yazısız kuralların bizi es geçeceğini sandığımız yaşlar çok geride kaldı maalesef... Artık o kuralları daha da tepeye asmamızı istiyorlar bizden ve unutmamızı bekliyorlar mutluluk teorilerini. Uygulamak istediğimiz özgürlük nâralarından ödleri kopuyor hepsinin. Saçma sapan bir sisteme hayatımızı çoktan harcamaya başladığımız gerçeği ise altın kural olarak karşılıyor bizi. Kimse kimsenin kalbini bilmezken, aklında yaşamazken, anlık yapıştırılan yaftalarla belirliyorlar adımızın önüne hangi sıfatların geleceğini. Ah şu el âlemin sınır bilmezliği… Bu kadar hakkı kim verdi onlara? Kim yazdı bu oyunu? Kendi adıma konuşmam gerekirse ben, sahneye çıkmak istemiyorum.
Alışılmışı ezberlemek bana aynı hayatların devamı gibi geliyor ve o zaman şu soruyu sormaktan alıkoyamıyorum kendimi: Fark yaratmak için var olmadıysak, yokluğumuz hiçbir yaprağı kımıldatmayacak, hiçbir yürekte iz bırakmayacaksa; neden varız? Bu El âlem, kendi çalınmış hayatının faturasını neden bize kesiyor? İnsanların isteklerine göre değil de zorunlulukla yüklenmiş sorumluluklarına göre yaşamaları ruhumu daraltıyor. Hele ki onlar şikâyetçi değilken… Bunun onlara yüklendiğini fark etmemiş ve ‘’Hayat bu.’’ diyerek bir şeyleri istemeyi kendine haram kılmışken. Neden herkesin başı eğik bu kadar? Ne çok soru sordum değil mi? Özür dilerim… Çok soru soran insanlar sevilmez. Neyse ki alamadığım cevaplardan öğrendiğim bir şey var; yaşamak ile ölmemek aynı şey değilmiş. Senaryo varmış herkesi bekleyen ve bir de kaderi… Kaderimiz onu bulmamızı beklerken bir de el âlem çıkıyor karşımıza, tutuşturuyor elimize görünmez antlaşmaları; ölmeyeceksin, diyor bize fakat yaşamak çok uzaktan bir şarkı gibi gelecek kulağına. ‘’Böyle gelmiş böyle gidecek.’’ diyor annelerimiz… ‘’Biz böyle büyüdük, doğrusu budur.’’ diyor babalarımız. ‘’Biliyoruz kanın kaynıyor, gençken biz de öyleydik… Hem el âlem ne der?’’ diyor ‘sevdiklerimiz’. Böyle yavaş yavaş, temkinli nasihatlerle ayıplanmaya başlıyorsunuz senaryonun dışına çıktığınızda… Ezber bozanlar herkesin yapmak istediğini yaptıkları için oyun dışı kalıyorlar hep. Çünkü kendi gösteremediği cesareti başkasında görünce yanında olmak onurunu içinde bulundurmayan insanlar, yaftalamayı seçiyorlar. Düşününce aklını kaybettiği, kalbinden iç geçirdiği şeyi başkası yapınca; kendi nasıl yarım kaldıysa o da yarım kalsın, ezber bozulmasın istiyorlar. İşte insanlar böyledir ve maalesef ki en çok sevdiklerimiz de dâhil… El âlem ne der deyip vazgeçtikleri şeylere el âlem olurlar; kendi mutsuzluklarını yaşatıp kök salmasını sağlamak, nesiller boyu aynı hayatları yaşatmak isterler. Zaten buna da ‘’Hayatın cilvesi’’ der büyükler ve devam ederler: ‘’Siz daha hiçbir şey yaşamadınız…’’
Evet, henüz yaşamadık lâkin sizlerin de çok yaşayabildiği söylenemez sanki... Büyüyememiş yetişkinlerden ibaret bütün dünya. Bir arada yaşamayı bile beceremeyen, bencillikleriyle sadece kendilerine özgü bir hürlük peşinde koşan korkunç insanlarla dolu bir gemideyiz ve ben dâhil eminim birkaç kişi daha bu gemiden atlamak istiyoruz… Mürettebatı gemiden çok önce batmış ve güneşin doğmadığı bir yerde, gökyüzünü ışıldatan hayallere vurulan zıpkınlarla ilerliyoruz bu yalandan hayatlar denizinde. Yüzme bilmeyenler kurtulmalı ve mürettebat tek başına uyanmalıdır güneşsiz sabahlara. Vicdansız bakışlara güneşsiz sabahlar ne güzel doğar bilemezsiniz… Güneşin nasıl kaybolduğunu göremezsiniz, sizden başka kimse rahatsız değildir ve zıpkınların nereye saplandığını anlayamazsınız; sadece sizi tutmasına maruz kalırsınız. Bu daha çok çıldırtır sizi. El âlem denen varlık nasıl olur da bunca hakkı bulur kendinde? Bu gemi yüzyıllardır süregelen iğrenç kurallarla nasıl hala ayakta durabilir? Bu kadar soru işaretine rağmen insanlar bir şekilde kabullenerek mürettebattan biri haline gelirler; El âleme dönüşürler ne kadar mâruz kaldıklarını fark etmeden, ziyan olmaya alışmış bir vaziyetten son derece memnunken... Elbette bir sebebi vardır; ne kadar kötü bir yerde olursanız olun, aitlik hissetmek, sevilmek istersiniz. İnsanoğlu bu ihtiyaçla doğmuş ve ölene kadar en büyük zaafı da bu ihtiyaç olmuştur. Etrafınızdan uzaklaşamaz ve kendinizi bulamazsanız, ilk savaş yerinize geri dönüp teslim olursunuz... Yersiz, yurtsuz kalırsanız çıkmaza sürüklenir ruhunuz ve silinmek istemezsiniz… Kötü bir ele geçecek bile olsa mürekkep olmak, bir yerde iz bırakmak istersiniz. Gemiden atlayacak kadar cesur değilseniz, kabullenmekten başka çareniz kalmaz. Kabullendiğinizde zıpkınlardan kurtulur, mürettebattan biri olursunuz. Hayalleriniz sizden çok uzaklara gider… El âleme dönüşürsünüz ve güneşsiz sabahlarda artık ışığı özlemezsiniz. Karanlığa doymayan, en ufak bir ışığın doğuşuyla bile rahatsız olan, batan geminin mürettebatıyla ilerler ve nereye gittiğinizi asla merak etmezsiniz…
Merak ettiğiniz gün uyanırsınız, ezber bozarsınız ve ışığı özlersiniz.
Peki, ne yapmalı?
Bu düzeni yıkmak ya da yenmek mümkün mü? El âleme dönüşmemek, her gün aynı şeyleri yapan, birbirine benzeyen heyecansız robotlar olmamak için ne yapacağız? Hayatın bize biçtiği role itiraz edebilir miyiz? Evet, biliyoruz; hayat adil değil, eşit değil, güzel değil. Yaşamak güzel belki ama hayat herkes için mutluluk demek değil. Onun bizi neye dönüştüreceğini, elimizden neleri alacağını fark etmeyiz çoğu zaman… Dakikasını bile harcamaz buna; yıllar geçer, siz bir pencere kenarında dışarıyı seyrederken fark edersiniz harcanmışlığınızı. Hayat bitmişken değil, hayat sizi bittiğine inandırmışken. El âlem de aynı hayat gibi değişmek için geç kaldığımızı düşünmemizi istediği bir savaş verir hep bizimle.
“ Nasıl koruyacağız kendimizi, savaşı nasıl kazanacağız? “ diye soranlar için yazılmış kehanetler saklı, yalanlar denizinde. Eksik teorilerden kaçmanın tek yolu, hayatımız için kendi formüllerimizi oluşturmaktır belki de... Atladım gemiden, en derinlere gittim ve sadece bizim için yazılmış kehanetler getirdim yosun kaplı cam şişelerde:
“Nasıl koruyacağız kendimizi?
Ben içimdeki ışığı saklamakta buldum çareyi;
O ışığın içine sevgimi koydum, merhametimi ve adaletimi…
En güzeli yüreğinde sevmeli insan hayallerini,
Tıpkı bir istiridyenin incisini gizlemesi gibi...”

 El âlem alıp da hayata vermesin, ışığımızı çalıp boynuna kolye yapmasın diye daha da güçlenerek yazmalıyız mutluluk formüllerini... Öyle şeyler verelim ki hayata, utansın önümüze koyduğu engellerden. Evet, ait olmak ve sevilmek fıtrat gereği zaafı insanoğlunun; ancak başarmak istiyorsak kopmalıyız el âlemden ve yürüyebilmeliyiz tek başımıza, kimsenin elini tutmadan, sevgisine yakarmadan. Çok sevdiğimiz ellerin o güzel âlemlerinde, kalplerinde yerimiz yoksa değil tutmak; tokalaşmamalıyız bile… Sadece korkmadan bir adım atmalıyız o yalanlar gemisinden dipsiz denizlere… Bir adım atmakla başlar her şey, karar vermek bir hayatı başlatmaktır ve bir hayatın başlangıcı savaş çanlarını çaldırır ruhumuzda… Uyuyan canavarları uyandırır ve onları; kurtarılmayı bekleyen, zıpkınla hapsolmuş hayallerimizin meftûnu yapar… Ne olursa olsun vazgeçmeyelim ve kavuşana kadar savaşmayı bırakmayalım diye. Ruhumuzun derinliklerinde hevesle beslediğimiz canavarlar, hayallerimize tükenmez bir aşkla bağlıdırlar ve bize kalan tek şey onlara içimizdeki ışıkla yol göstermektir. O yüzden kendi âlemimizde içimizin masumiyetini korursak, ışığımızı kimse bizden çalamaz. El âlem ne derse desin, bazen içimizdeki canavarları uyandırmak gerekir…



                      
 

  • YORUMLAR
adlı kullanıcıya cevap x
Hatice Okumuş
2 yıl önce

Evet bu kemikleşmiş el alem ne der duygusundan kurtulmalı ve kendimiz gibi davranmanın güzelliği çok güzel bir şekilde anlatılmış....

Cevapla
Beğen (0)
Beğenme (0)

Yazarın Diğer Yazıları

  • Soykırıma Ses Çıkar - 28 Mayıs 2024
  • Ne Selvi Ne Söğüt - 10 Mayıs 2024
  • Düğümlü Vaatler - 28 Nisan 2024
  • Kader, Masumiyet ve Hayat - 16 Şubat 2024
  • Kuğular Provası - 29 Ocak 2024
  • Şehit olanları deftere yazdım - 26 Aralık 2023
  • Nadirler Toplantısı - 25 Kasım 2023
  • Levlâ - 14 Kasım 2023
  • UNUTMAK VE KEFARETİ - 06 Kasım 2023
  • YÜZYILLIK ÇINAR, CUMHURİYET! - 30 Ekim 2023
  • Savaş neden yapılır? - 16 Ekim 2023
  • Yetersizliğin Sözlüğünde Kadın - 03 Ekim 2023
  • HALKIN AFYONU: ÖFKELİ SİYASET - 04 Eylül 2023
  • Eyvah, Kütüphanem Konuşuyor! "Ruh Adam" - 23 Ağustos 2023
  • Gerçeğin Dikteleri 2 İlahi Bir Barış - 08 Ağustos 2023
  • Hadsiz Bir Kömür Karası - 15 Temmuz 2023
  • Aşkın simyası - 22 Haziran 2023
  • Gerçeğin Dikteleri - 21 Mayıs 2023
  • Hayat bize oyun oynuyor olabilir mi? - 12 Mayıs 2023
  • Çiçeklerin ruhu - 01 Mayıs 2023
  • 1
  • 2
Köşe Yazarları
Prof.Dr. Ebru YALÇIN
Prof.Dr. Ebru YALÇIN
Kedi ve Köpeklerde Pika Problemi
SUZAN ÇATALOLUK
SUZAN ÇATALOLUK
ESKİ ZAMANLARIN KADIN HİKÂYELERİ... 2. HİKÂYE: ÖLÜMCÜL ŞÜPHE
Prof.Dr. Behçet Kemal YEŞİLBURSA
Prof.Dr. Behçet Kemal YEŞİLBURSA
OSMANLI SARAYI'NIN BUZCUSU: BURSA'NIN KADİM AİLELERİNDEN BUZCUBEYLER (BUZCULAR) AİLESİ
Prof.Dr. Betül BATIR
Prof.Dr. Betül BATIR
"Karakter ve Değer Eğitimi" Üzerine Birkaç Not
Kadın üzerinde tartışılan konu: Sistem mi, birey mi?
Neslihan ÇELİK ALKOÇLAR
Kadın üzerinde tartışılan konu: Sistem mi, birey mi?
Dr. Gül Çiçek Zengin Bintaş
Dr. Gül Çiçek Zengin Bintaş
Geçmişin Senaryosu, Bugünün Gerçeği Oldu
Dr. Özlem BAYKAL
Dr. Özlem BAYKAL
Yoksulluktan, Yoksunluktan, Yine de Ayakta: Kadın
Ülfet Çetin ÖZTÜRK
Ülfet Çetin ÖZTÜRK
Akıllı Üretimde Kadın Gücü
ATİLLA SAĞIM
ATİLLA SAĞIM
Ne Çok Öldüler Yaşatmak İçin... 21 Mayıs 1864 Kafkas Sürgünü
AV. AYDAN AYHAN
AV. AYDAN AYHAN
Çocuk Hakları Masal Değildir ... 
Doktorant Gizem ŞERİFOĞULLARI
Doktorant Gizem ŞERİFOĞULLARI
ÇOCUKLAR İÇİN FELSEFE: GELECEĞİ AYDINLATMA OLANAĞI
Elif Doğrul
Elif Doğrul
Bağlamı Anlamak: Tasarımda Kullanıcı Deneyimi
14 OCAK DÜNYA MANTIK GÜNÜ
Gürkan KAYA
14 OCAK DÜNYA MANTIK GÜNÜ
Siyasetin Balıbey atışması
Muharrem KARABULUT
Siyasetin Balıbey atışması
Soykırıma Ses Çıkar
Nurefşan OKUMUŞ
Soykırıma Ses Çıkar
Metabolizmayı Hızlandıran Besinler
Beslenme ve Diyet Uzmanı Sudenur Taycı
Metabolizmayı Hızlandıran Besinler
KANSER OLMA FOBİSİ:KANSERDEN DAHA YAYGIN
Uzman Klinik Psikolog Reyhan Algül
KANSER OLMA FOBİSİ:KANSERDEN DAHA YAYGIN
Çocuğuma Oyuncak Silah Satın Almalı Mıyım?
Sezen Tunca Mutlu
Çocuğuma Oyuncak Silah Satın Almalı Mıyım?
8 MART' TA KADIN SAĞLIĞI
Op. Dr. Elif ÖYE
8 MART' TA KADIN SAĞLIĞI
Kül Adam
Oğuz Han AYAZ
Kül Adam
KİŞİLER ARASI İLETİŞİM
Dr. İbrahim Öztahtalı
KİŞİLER ARASI İLETİŞİM
SOR?
Duygu Özer
SOR?
Lavanta kokulu babam...
Dilek İLHAN
Lavanta kokulu babam...
Başkasının Gözüyle Görmeyi Öğrenelim
Mualla YILDIZ
Başkasının Gözüyle Görmeyi Öğrenelim
Dik Durmanın Bedeli 5
Op. Dr. Esin KAYAOĞLU ÜSTÜNOVA
Dik Durmanın Bedeli 5
Çok Okunan Haberler
Milletin yazdığı diriliş destanı 9. yılında
Milletin yazdığı diriliş destanı 9. yılında
MİT'ten FETÖ'nün finans ağına operasyon! HAKMAR ve TATBAK'a kayyum atandı
MİT'ten FETÖ'nün finans ağına operasyon! HAKMAR ve TATBAK'a...
Niyazi Nefi Kara, parti üyeliğinin askıya alınma kararını değerlendirdi
Niyazi Nefi Kara, parti üyeliğinin askıya alınma kararını değerlendirdi
Ana Sayfa
SPOR
POLİTİKA
SAĞLIK
EKONOMİ
KÜLTÜR SANAT
DÜNYA
BURSA
TÜRKİYE
Yaşam
Siyaset
Magazin
Gündem
NEWS
Köşe Yazarları
Foto Galeri
Video Galeri
Yerel Haberler
Üye Paneli
Günün Haberleri
Arşiv
Gazete Arşivi
Anketler
Hava Durumu
Gazete Manşetleri
Nöbetci Eczaneler
Namaz Vakitleri
  • DÜNYA
  • EKONOMİ
  • Magazin
  • NEWS
  • POLİTİKA
  • Siyaset
  • SPOR
  • Foto Galeri
  • Video Galeri
  • Köşe Yazarları
  • Üye Paneli
  • Yerel Haberler
  • Günün Haberleri
  • Arşiv
  • Gazete Arşivi
  • Anketler
  • Hava Durumu
  • Gazete Manşetleri
  • Nöbetci Eczaneler
  • Namaz Vakitleri

  • Rss
  • Künye
  • İletişim
  • Çerez Politikası
  • Gizlilik İlkeleri

Sitemizde bulunan yazı , video, fotoğraf ve haberlerin her hakkı saklıdır.
İzinsiz veya kaynak gösterilemeden kullanılamaz.

Yazılım: Tumeva Bilişim

aohbetislami chatomeglatürk sohbetdini chatPenis Büyütme AmeliyatıMeme Büyütme AnkaraBurun Estetiği AnkaraLazer Epilasyon Ankara Lazer Epilasyon AnkaraKürtaj AnkaraKızlık Zarı Dikimi AnkaraLazer Epilasyon KonyaCilt Bakımı KonyaKıl Dönmesi Tedavisi AnkaraHemoroid Tedavisi AnkaraMeme Ultrasonu AnkaraRadyolog AnkaraSelülit Tedavisi KonyaGöz Kapağı Estetiği Ankara