Tüm yalnızlıklarımda var olmayan birini özlüyorum;
Hayat, hakikate ulaşana kadar savrulduğum bir girdapmış!
Ben ise dağınık neferlerde yasaklar tanıyorum,
Meğer kalbim asil bir direnişten kalma izler saklarmış;
Yara nasıl açıldı, inan bana hatırlamıyorum…
O boşluktan ne vakit geçtim, ne vakit hapsoldum;
Ne vakit yırtıldı göğün çarşafı, ben kimin esiriyim
Ve nereden doldu ciğerlerime bu imtiyaz havası,
Hiç bilmiyorum…
Çatlaklardan geçtikçe gülüşlerim eksiliyor,
Nereden geliyor şu bitmek bilmeyen korkum?
Sefirini bekler gibi bir hali var içim ülkesinin;
Her an günü dolabilir,
Her an terk edebilir maverayı ruhum…
Kâlubelada işlenmiş gediklerimize
Tüm insan özlerinin âlemi başkaymış,
Açıldıkça yaralar, şeytan üflüyor nefeslerimize
Tüm gizlerin mecaliyse kendi gözyaşlarımmış,
Bunca yıl zulmettiğim aşk varsa eğer,
Kaybolan zamanın gazabı beni yaşatmazmış!
Ya yoksa zulüm aşkı?
Ya yakan ve yakılan aynıysa?
‘Ya olmasaydı hiç ya da keşkeler
Kayboldukça yanarsın Levlâ’
Aralık kapılardan bakıyorum hep
Her geçişimde başka dünyalar çıkacak sanıyorum,
Herkesin gözlerine iğne iplikle dikiyorum bakışlarımı;
Tanıdığım hisleri, kâlubeladan bildiklerimi arıyorum
Dön bir bak kendine, seni özlemiyorum inan;
Sökme dikişlerimi aynalardan!
En korkunç insan kendinden emin insandır,
Aşkından, ihanetinden ve de hakkından!
En korkunç insan yüreğinden keskin olandır,
Herkes iyiymiş kesik yüreklerin özünde;
Derdimin ayıbıymış meğer o korkak derman!
Kendime gelmeliyim herkesten gitmekle,
Yaylar geriliyor ve bir yas ezgisi çalıyor keman,
Herkes özüne dönmeliymiş kendinden geçmekle!
Sen,
Duyuyor musun beni?
Ben seni duyamıyorum;
Kimi özlüyorum göremiyorum, tanıt kendini!
Ezelden tanıdığımı feda ettim kadere…
Yükselttiğin duvarlara pencereler açmıştım,
Çiçekler koymuştum mermerine!
Dinliyor musun beni?
İnanmak ziyandı ve ben umuda koşmuştum!
Yükselttiğin duvarlara pencereler açmıştım…
Hem dizlerim yaraydı hem ellerim
Hem de yıkmaya kıyamamıştım
‘Ya olmasaydı hiç ya da keşkeler
Boğuldukça susarsın Levlâ’
Ellerim açık ve dudaklarımda,
Kabul olmasa bile dinlersin biliyorum;
Duy beni, ölmekle meşgul ruhum!
Sen varsın içinde,
Sırf o parça için yaşamak istiyorum;
Yalnızca ben varım içinde o boşluğun,
O boşluk içinde ölmek…
Ölmek ve yaşatmak istiyorum!
Allah’ım, kimin bu oyuk?
Kimin bu şaibeli boşluk?
Çürük ağaç kovuğundan yuvalar,
Gözlerime merdiven dayamış kuyular
Zinciri kaçan bisiklet,
Solmuş çiçekleriyle örülmüş duvarlar;
Bu hiçlik içinde ben neyi arıyorum?
Kimin duasıyım ki bunca vakit kimsesizlik sarmış etrafımı,
Kim saracak ki bu denli yürekten her şey olmakmış tasası!
İhtimal ki yükselen duvarlara harammış çiçekli pencereler,
Yıkmalı belki de tüm duvarları!
Değmeyecekse gökyüzüne,
Değmeyecekse hiçbir yüze,
Kanatmalı insan adsız, yurtsuz yaralarını…
Kapatmalı insan âhsız kalmış bütün davalarını!
Böyle mi olacaktık sahi?
Ne alçak şu gönlü insanın;
Gösteriş budalası yollarda kaybetti onurunu!
Duyuyor musun beni…
Tek bir işaretine muhtaçlığım yakarmaya itiyor ruhumu
Tüm harabelerimi bir kez dolaşman ümidi;
İşte bu beni alçaklığa sürüklüyor,
En garip, en yoksun yerinden yakalıyor umudumu…
Ne alçak şu gönlü insanın;
Hemen her şey olsun istiyor,
En çok onun olsun ve hududunda saklansın…
İçim ülkesinin alçaklar dünyasında;
Kimi arıyorum bu hiçliğin ortasında, kimim ki ben?
Ya olmasaydı hiç ya da keşkeler
Savruldukça yitiksin Levlâ
Neyi arıyorum oyukların arasında, neyim sanki ben?
Ya olmasaydı hiç ya da keşkeler
Büyüdükçe zalimsin Levlâ
Nereyi arıyorum kayıplar sokağında ve neredeyim ben…
Ya olmasaydı hiç ya da keşkeler
Kâlubeladan beri tenhasın Levlâ