Bu hisler ne zaman gidecek,
Ne zaman açacağız içimizin camlarını korkmadan?
Pencerelere taş mı gelecek sanki
Vitrinler güzelliklerimizi hapsederken;
Seyri bırakıp kullanacak mıyız saklı porselenleri
Düşmekten korkmadan asıldığımız pedallar,
Hayal etmezken mecbur kalınan hayatlar var;
Nerede yaşanıyor o hayatlar?
Buradayız,
Atanamadık ve çalışıyoruz inşaatta…
Her çaldığımızda daha sert kapandı yüzümüze tüm kapılar
Ben de onlardan biriyim;
Öleceğim biliyorum,
Hep içimde kalacak mutlu ve hak edilmiş yarınlar
Bu hisler nefretten daha mı sahici yoksa
Ne zaman gerçekten dibine vuracak mum?
Bir kere dönüp bakmazken yalanlar aynaya,
Ne zaman dökülecek boğazlardan zehr-i zakkum,
Kalbimizin yumruları ne zaman inecek masaya?
Geçip karşımıza konuşacaklar mı bizimle,
Haykıracaklar mı çocukken kendimize verdiğimiz sözleri;
Yumruyum kalbinde çünkü eksik bıraktılar seni,
Ne kadar eksiksen o kadar doldurdum kalbini!
İyiyle kötüyle hatta öfkeyle varsın,
Öleceksin ve hıçkırıklar tamamlayacak hayallerini…
Yumru denen şey yaşamak ve göçüp gitmekmiş erkenden
Hayat bu kadar işte,
Kiminin yaşadığını seyretmek bile lütuf pencerelerden
Hele ki saklı porselenleri kadar kıymeti yokken
Tek kelimeyle çalkalanır dünya ve dökülür hepsi vitrinlerden;
Kırık parçalarla dolu yüreklerden gelir nefesler,
Yarım yarım ve çoğu zaman derinden
Ah çekmek insanın çocukluğuna yaktığı bir ağıttır;
Köprüler yıkacağı kavgaları sürerken bir yandan,
Vazgeçip bir nefesle büyüttüğü o ses, içinin dağlarıdır…
Herkesten habersiz sever ve de kimsesiz;
Öksüz dağlar ve yetim sevdalar büyüttük yüreğimizde
Her şeye rağmen bu hisler geçecek sandık,
Sakladık ve elmaslara döndü kömürden yaralarımız
Mücevherlerimizi kimse görmek istemedi;
Çok mu gizliden koptu kıyamet,
Çok mu iyi saklandı canımız, cananımız?
Hâlbuki gördüğüm en parlak şeydi bu kasvet
Siyah, tozlu bir maviliktendi tüm yaralarımız
Vitrinden bir kalbimiz ve saklı porselenlerimiz vardı
Geçecek sandık bu hisler,
Sevilince yıkılacaktı kasvetli dağlarımız
Ömrümüz ağıtlarla geçti ve derinden çekildik bataklığa:
Yaralarımızı görmedi kimse, gömdük elmasları ve gamsızdı adımız
Bağırabilmekti marifet ve koşardı hayat derdini haykıranlara…
İçimizde dünyalar da devrilse kocaman gülüşlerdi hakkımız
Biliyorduk,
İç çekip devam etmek lazımdı şarkılara
Güldüğümüzle kalıp sıkı sıkı kapamalıydık camlarımızı,
Geçmeyecekti artık bu hisler
Ve tekrar giremezdik o kasvetli bataklığa,
Sevilmek kasveti silemezdi
Zira sevmek ve sevilmek, zehirle panzehir gibiydi;
Fazlası zarardı lakin düşmüştü bir kere payımıza ölçüsüz sevdalar
En güzel deli balı akıttık yüreğimize
Yaka paça atıldık evlerimizden, simsiyahtı kaldırımlar
Hakkımız yoktu kimseyi dibe çekmeye
Hadsiz kömür karasından mavi bir karanlıktı yolun sonu
Bütün ömür sığar mı hiç mutlu bir güne?
Sığarmış
Gam, keder dönermiş karanlık maviye
Geçmezmiş bu hisler fakat alışırmış insan büyümeye
Nurefşan OKUMUŞ