Bizim ülkemiz tamı tamına bir siyaset meydanıdır. Biz ise halk olarak bu meydanın her zaman tam ortasında olup yağmuru karı yiyen, savaşmaya devam eden ve seyircilerini ise rahatta oturan siyasetçilerin oluşturduğu bir toplumuz. Seçim zamanları sandalyelerini bize verip izlemek istenilen şeyleri meydana geçip oynayan siyasetçilerimiz, seçim biter bitmez koşarak koltuklarına oturur ve meydanı tekrar bize bırakırlar. Çünkü onlar rahattayken, asla hayatlarında göremediğimiz fikirlerini ve yaşam şekillerini yeterince koltuklarında kalabilsinler diye her alanda deli gibi savunan bir halk vardır… Suçlayıcı bir yazı gibi gelmiş olabilir ancak inanın bana, halkı suçlayamıyorum. Çünkü çaresiz durumdayız.
Her dönemde olduğu gibi motivasyonu sadece insanca yaşayabilmek olan halkın özellikle de gençlerin umutsuzluğu, maalesef bu farkındalığa eriştikleri için hat safhada. Gözüne perde inmiş gibi bir insana, bir mevkîye ve hatta bir fikre; bir partiye taparak kendi hayatsızlığını göremeyen; çocuklarına, gençlerine intihar ipi uzatan bu düzenin uçurumdan farksız olduğunu anlamaktan kaçan insanlar için, o kadar da umutsuz değil hiçbir şey.
Holiganlık yaparak ihtiyaçlarını hiçe sayan bu insanlar, kendilerine yalanlardan afyonlar üreterek yaşamaya çalışıyorlar. Alışılmış çaresizlik bir zaman sonra insana çözüm aramayı bile unutturup katlanmayı mecbur kılıyor. Kelepçeyle zorunlu kurulan bağlar, insanın ruhunu camlar içine hapsedip mutluluk vadediyor. Kimse doğru bilginin peşinde değil, kendi bildiğinin üstüne doğruluk örtüsü atmanın peşinde…
Televizyonlar, propaganda araçları, artık sizin fikrinizi değiştirmek için bile değil; sadece anlık olarak insanları nefrete sürüklemeye ve bir şeyler üretmekten, düşünmekten uzaklaştırmaya çalışmak için varlar. Bilgiler ve üzerlerinde her düşünceye uyabilecek farklı metin örgüleri... Yalan haber akışları, yorumlanabilen kalıplarla saldırarak nesnel yargıları çürütmeye çalışan bir tür parazit gibi etrafımızı sarıyor ve sosyal medya bu parazitleri besleyen yapısıyla holigan taraftarlara çok güzel bir alan açıyor. İyi tarafıysa bu alanı, doğru haberciliği kendine ilke edinmiş oluşumlara da aynı özgürlük ve imkânlarla tanıyor olması. Ancak halk çok çabuk galeyana gelebildiği için doğru olup olmasından çok olabilme ihtimaline odaklanıyor ve ilk neyi okuduysa, öğrendiyse ona yönelik inanma dürtüsü geliştiriyor. Yani hızlı gelen, ne yazık ki doğru olandan bir adım önde oluyor... Dikkat etmemiz gereken şu, öfkemiz diri de olsa, haksızlıklar çoğaldıkça yargısız infazlara kucak da açsa insanlar, önemli olan her zaman dürüstlüktür. İddialar ile şüphe oluşturmak tabii ki denetim getirdiği için caydırıcı hava yaratır lakin şüphe oluşturmak ile kamuoyuna yanlış bilgi vermek aynı şey değildir. Neyin tarafı olursak olalım, bilmemiz gerekir ki doğru bilgi ve gerçek haber hiçbir örtünün altına saklanmaya gerek duymayacak kadar acı bir netlik sunar bize… Eskiden propaganda araçları daha az bir kitleye ulaşım sağlayabildiği için belki de, siyaset meydanının amacı farklılıkları öne sürerek insanları kutuplaştırmaya ve bir taraf seçmeye itmekti. Doğru haberleri belli cümlelerle, milli hafızada yer etmiş özel kelimelerle süsleyerek yaparlardı ve bu kıvranmaları fark eden insanlar; seçimin yaklaştığını, meydanlarda oyunların oynanacağını bilirlerdi. Meydana ineceğine ihtimal vermeyenler, birden kendini aşağıda gladyatör olarak bulurdu. Karşınızda arkadaşınız, meslektaşınız, akrabanız belirir; bir anda alevli kavgalara tutuşmuş olurdunuz. Önemli olan refah değil, ikna etmek olurdu her zaman...
Ve evet siz bunu anlasanız da farklı düşündüğünüz için, farklılıklarınızla yaşayabilmeniz için bir seçim yapmak zorunda olduğunuzu hissederdiniz. Şimdi ise farklı düşünmek değil önemli olan, farklı düşüneni barındırmak isteyip istememenin bir seçenek hale gelmiş olması. Tüm bunlara ek olarak merhameti ve adalet duygumuzu birbirimize karşı kaybediyor oluşumuz… Farklı düşünenin karnının tok olup olmayacağının bile hesabını yapmayı insanların kendine hak görmesi; depremi hak edip etmediğine, istediği kıyafeti giyip giyemeyeceğine, istediği yerde tatil yapıp yapamayacağına ve rahat bir hayatı isteme hakkına bile sahip olamayacağına…
Hepimiz delirmiş durumdayız kısacası… Hakkının peşine düşmekten utanan insanlar var hala. Sanki politikacılara güvenmek zorunluymuş gibi. Sanki hala veraset sistemi var ve halk yönetime ancak yönetici isterse ulaşabilirmiş gibi. Ya da insanlar modern köleliği hayatlarının her yerinde sindirmeye çok istekliler ve efendiler bile bunu şaşkınlık içinde, sevinçle izliyorlar. Ne dersiniz? Siyasetçilere, politikacılara, kamu görevlilerine, en üst mevkiden en alta kadar hizmet için var olduklarını anlatabilmek neden bu kadar zor? Saygıyla köleliği neden karıştırıyoruz? Devlet görevlisinin hak ettiği saygı sadece mevkiinden değil, hizmetine olan özverisi ve yeminine duyduğu onurdan gösterilir. Seçenler, seçilenleri hizmet için seçerler. Bu tabir ne kadar kibar bilemem ama şu anki uçurumu yüzünüze daha sert çarpabilmek adına, iş tanımı olarak hizmetten sorumlu insanları tanrılaştırıp halkı düşmanlığa sürüklemek; bir davanın peşinden gitmek değil, dünyayı bencil ve haysiyetsiz bir hayatın peşinde olan sözde siyasetçilerin hükmüne bırakmak demektir.
‘’Bana göre tutsak ve damgalıdır onlar. ‘’Kurtarıcı’’ dedikleri zincire vurmuştur onları: Sahte değerlerin ve çılgın sözlerin zincirine! Ah, keşke biri kurtarıcılarından kurtarsa onları!‘’
Böyle Buyurdu Zerdüşt, Nietzsche