Otostop çekmeyi beleşçilik olarak düşünmekten ziyade birinin yaşamına tanık olmak, misafir kalmak gibi düşünmeyi daha doğru buluyorum. Bu yolculuklarda insan ya da insanlar tüm gizemlerini açık hale getirip kendini ortaya dökebiliyor. Nasıl olsa araçtaki ikili birbirini bir daha görmeyecektir. Ne de olsa aralarından bir tanesi yüzde doksan oranında yalan söyleyecektir. Nasıl olsa… Fakat hiçbir yolculuğum son bindiğim araçtaki kadar derin, anlamlı ve iz bırakır halde değildi.
Otostop çekerek bindiğim bu araçta tam tamına üç saate yakın bir zaman geçmişti. Yollar, ışıklar, tüneller, kentler, yerleşim yerleri birbiri ardına gerilerde kalıyordu. Aracına beni alan kişi orta yaşlarda hafif bıraktığı sakalları gece de olsa beyaz olduğu anlaşılan bir adamdı. Sakin bir ses tonu vardı ve kendini dinletmeyi başarıyordu. Ya da ben misafir olmaktan dolayı dinlemeyi tercih ediyordum. Karşıdan gelen araçların ışıkları yüzüne çarptığında gözlerindeki ıslaklık onun zihninden birazdan dökülecek olan derinlikleri anlatır gibiydi. Normal nefes alışı arada derinleşen bir iç çekmeye dönüşürken “oy oy” gibi hafif nidayla merakımı çekmeyi başarmıştı. İsteyerek ya da farkında olmadan… Edepsiz misafirlerin yaptığı gibi patavatsız ve izinsiz bir hamleyle ilk adımı attım.
- İç çekmenin aslında çok faydalı bir dışavurum olduğunu söylerler.
Böylesi saçma bir varsayımı kimsenin ortaya atmadığını biliyordum ama yine de işe yaramıştı. Bir iki gülümsedi. Elini teybe attı. Track 1 çalıştı ve parça ile birlikte misafire açılması gereken tüm sırlar tek tek dökülmeye başladı.
Hâr içinde biten gonca güle minnet eylemem
Arabi Farisi bilmem, dile minnet eylemem
Sırat-i müstakim üzre gözetirim rahimi
iblisin talim ettiği yola minnet eylemem
- Ben bir kül adamım. Nice aşklardan ve yollardan geçtim ve hepsinden yanarak çıktım. Söndüm iyileştim ve yine kendime yanacak bir yer daha buldum. Ben ne arıyordum hayatta? Ya da ne arıyorum? Bedenim sadece bir bocalama halinde. Ruhum çoktan gitmeyi tercih etmiş fakat bedenim gitmeyi asla kabul etmiyor.
Bir anda hiç beklemediğim bir yerde ve ne şekilde duracağımı bilmediğim bir misafirlikte hissediyordum kendimi. Parça ikinci bölümüne geldiğinde ufaktan mırıldanarak eşlik etmeye başladı kül adam.
Bir acaip derde düştüm herkes gider kârına
Bugün buldum bugün yerim, Hak kerimdir yarına
Zerrece tamahım yoktur şu dünyanın varına
Rızkımı veren Huda'dır kula minnet eylemem.
“Bir acayip dert” adam burayı o kadar içli söyledi ki gizemi yakalamış bir eda ile konuya girdim.
- Dünyada o kadar büyük dertler var ki, insanların çektiği dertlerin yanında bizim yolculuklarımız şımarık bir çocuğun mızmızlanması gibi…
dedim. Büyük bir sorunu çözmüş bir eda ile. Adam tüm sakinliği ile gülümsedi ve devam etti.
- Ölüm dediğimiz olay aslında yeni bir doğuştur. Bu doğuşta Ruh bedeni terk eder ve bir uyku halinden uyanmış olur. Yaşam insan yolculuğunda bir aradır ve ölümle birlikte bu ara biter ve yaratana kavuşmanın yolculuğu bir başka âlemde devam eder. Bocalayan ve bu dünyaya ait olmayan ruhları hemen fark edersin. Aslında onlar çoktan ölmüştür fakat bedenleri spatyum’a varmadan evvel dünyevi alışkanlıklarını terk edemezler. Bedenden çıkamayan ruh ise bocalar, sıkışır ve acı çeker.
Parça bitiyor. Derin konuşmada üçüncü bölümü duymuyoruz bile… Ben sadece adamın ne demek istediğini anlamaya çalışıyorum. Bir insanın nasıl olurda ölüm gibi bir kavramdan bu kadar sakin bahsedebilmesini anlamaya ve çözmeye çalışıyorum. Ya da bu cümlelerin sebebi ne olabilir. Tüm şifreler o nefeste gizliydi. Karşıdan gelen araçların ışıkları adamın yüzüne vururken okunan sabah ezanına karşı hafiften gülümsedi. Derin derin dinledi ezanı, doğayı, kendini ve her şeyi…
- Karşıdan doğan güneşi görüyor musun? Karanlığı nasılda yararak büyüyor, yükseliyor. Kader ikimizi bu yola koydu. Sen yaşam sevdası ile bu yolculukta iken ben ölüm sevdası ile ilerliyorum. Bu yol seni ailene, beni ise yaratıcıma götürüyor. Neden? Çünkü önemli olan yolculukta hangi durakta ineceğimizi bilmektir. Onu kaçırmamaktır.
- Ben bir kül adamım. Her an her dakika bu bedenin içerisinde harıl harıl yanan ve bu dünyadaki hayatını artık tamamlamış biriyim. Bu teşevvüş hali boğuyor beni. Acı çekiyorum.
Uzun bir süre konuşmuyoruz. Sadece arada birbirimize bakıp gülümsüyoruz. Yol bitiyor! Yolculuk şimdilik benim için sona eriyor ve inip aileme uzun uzun sarılmak için koşuyorum. Birkaç gün adamı ve anlattıklarını düşünüyorum. Düşünürken de öğreniyorum. O benim son otostopum oluyor.
Öğrendiklerim;
Spiritüalist görüşe göre, her ölüm aynı zamanda bir doğumdur; çünkü fiziksel bedenini terk etmek spatyumda doğmak demektir. Ruh’un amaç ve etki sahibi, şuurlu ve madde-dışı bir varlık olduğunu kabul eden pek çok düşünür, deneysel spiritüalistler gibi, dünya yaşamını geçici bir rüya, ölüm olayını ise rüyanın bitmesiyle uyanma ve ruhun asli vatanına dönüşü olarak yorumlamıştır.
Ölüm aşama aşama gerçekleşen bir olay olup, can çekişmesi sırasında insan maddi belirtiler bakımından ölmüş sayılmasa da, ruh maddeden kısmen kurtulmuş durumdadır, yani spatyuma geçişi başlamış durumdadır. Ruh bu sırada adeta iki alemde yaşıyor gibidir. Bu durum, ruh ve beden ilişkisinin gevşediği hipnozdaki üç aşamayı andırır: Ölenin “teşevvüş” adı verilen bocalama hali hipnozdaki telkin aşamasına, öldükten sonraki uyuşukluk hali hipnozdaki katalepsi aşamasına, spatyumdaki lüsidite hali de hipnozdaki somnambül aşamasına benzer.
Yeryüzündeki son dakikasını bitiren, gözünü derhal öteki âlemde açmaz; bir geçiş dönemi geçirir. Bu geçiş aşamasının en belirgin özellikleri, dezenkarne olan (bedenini terkeden) varlığın, bedenini terk etmiş olduğunu anlayamaması ve maddeye bağlılığını, dünyevi alışkanlıklarını (dünyevi düşünme alışkanlığı vs.) terk edememesi yüzünden girmekte olduğu yeni âleme uyum gösterememesidir. Bu bocalama, kargaşa haline teşevvüş ve bu aşamaya “kendiliğinden imajinasyon aşaması” adı verilir.
Tebrikler