Savaşın gölgesinde kalan bir kadın hikayesinden ipuçları toplamak istiyorum bugün.
Yanlış zamanda yanlış yerde bulunmak mı, yanlış seçimler mi, medya zorbalaması mı yoksa görünür olma kaygısının getirdiği ve yarattığı sanrıların sonucu mu olanlar?
Üzgünüm, çünkü her ne sebeple olursa olsun, kadınların önüne atıldığı medya arenasının, resmen çiğ çiğ yediği figürlerle dolu hayatımız. Ve onları yargılıyoruz, eleştiriyoruz, beğenmiyoruz ve hatta zorbalıyoruz?
Soruyorum size hangi hakla?
Nihal Candan, kamuoyunun gözünde “lüks yaşam peşinde koşan bir kadın figürü” olarak yer almıştı. Ancak onun hikâyesi yalnızca bireysel tercihler değil, aynı zamanda sistemin sunduğu cezbedici ama tehlikeli yollar ile de ilgiliydi. Özellikle dolandırıcılık şebekesiyle ilişkilendirilmesi, kadınların ekonomik kırılganlık ve hızlı yükselme arzusu arasında nasıl bir sıkışmışlık yaşadığını gösteriyordu. Kadınların sistemin sunduğu adil olmayan fırsatlar içinde suça sürüklenebileceğinin kanıtıydı.
Nihal Candan, medyada yıllarca sadece fiziksel görünümüyle, moda tercihleriyle ve “lüks yaşam”ıyla ön plana çıkarıldı. Çünkü medya kadınların kimliklerini etiketleyerek, onların sadece tüketici, yüzeyel ve duygusal varlıklar olarak sunulmasına alkış tutarken, kadının düşünsel, toplumsal ya da psikolojik yönlerini görünmez kılıyordu.
Nihal Candan da medyanın kadınlara yüzeysel kimlikler biçip sonra da bu kimlikleri yargılamasının en trajik örneklerinden oldu. Ve yine Candan, bir noktadan sonra yalnızca “düşmüş kadın” olarak sunuldu topluma .
Ve başladı medyada kurulan mahkemede açık şekilde yargılanmaya!
Yanlış Seçimler mi, alternatifsizlik mi?
Nihal Candan’ın hayatı “yanlış seçimler zinciri” olarak sunulsa da, aslında bu zincirin halkaları çoğu zaman toplumsal cinsiyet eşitsizliği, yoksulluk korkusu ve görünür olma arzusunun üzerine inşa edilmişti. Genç kadınlara “başarının“ hızlı ve parıltılı yollarla geldiği anlatılmış, televizyonlar, sosyal medya ve influencer kültürü bu hayalin destekçisi haline getirilmiş hatta üstüne para vererek özendirilmişti.
Yanlış seçim dediğimiz şey ise bazen, sistemin sunduğu tek seçenek halini alırken, erken yaşta medyatikleşen ama olgunlaşmayan kadınlar, ekonomik özgürlük mücadelesi ile magazin dünyasının acımasızlığı arasında sıkışırken, yepyeni bir dünyanın ve toplumsal şiddetin dijital halinin kucağına düşüyorlardı.
Sonrasında sırayla medya baskısı, psikolojik linç ve toplumsal mahkeme…
Tutukluluğu boyunca Nihal Candan sadece adli mahkemelerde yargılanmadı, aynı zamanda medya mahkemesinde de yargılandı. Sosyal medyanın azılı linç kültürü, onun hasta haliyle bile alay etti.
Bu noktada sorulması gereken soru şuydu aslında:
Kim suç işledi? Gerçekten suçlu olan yalnızca Nihal Candan mıydı, yoksa onu linçleyen, kategorize eden, yalnızlaştıran, aslanların önüne atan toplum da suç ortağı mıydı?
Kamuoyunun “güzel ama suçlu kadın” algısıyla beslenmesi, genç kadınlar için bir yıkım sürecini beraberinde getirirken, peşine taktığı bilinçsiz, ahlaksız ve nefret söylemleri ile bütünleşmiş bireyleri, kadının psikolojik bariyerlerinin bir bir yıkarken, onu sessiz bir ölümle cezalandırdıklarının farkında bile olmadılar.
Nihal Candan’ın cezaevi süreci, sağlık sorunları, yalnızlık ve dışlanma duygusuyla birleştiğinde, kadınların cezaevlerinde yaşadığı görünmez travmalara da ışık tutuyor aslında. Türkiye’de kadın tutukluların psikolojik ve fiziksel ihtiyaçları sıklıkla görmezden geliniyor. Kadın mahkûm, önce toplumdan dışlanıyor, sonra da sistemden. Ve o kadınlar cezaevlerinden çıksa bile, şeffaf parmaklıkların ardında, sessiz çığlıklar eşliğinde aynı mahkumiyeti yaşamaya mecbur bırakılıyor.
Değerli okur, gencecik bir kadının, Nihal Candan’ın ölümü yalnızca bireysel bir kayıp değil; bir sistem eleştirisidir kanımca.
Medyanın kadın bedenini tüketen dili, hızlı para kültürü, suçun cinsiyetleştirilmesi ve kadınlara çizilen “ya parıltılı zirve ya karanlık düşüş” rotası bu ölümün arka planıdır.
Bu trajedi, Türkiye’deki tüm kadınlara, hepimize şu soruyu sordurmalıdır:
“Bir kadının hayatı, medya manşetlerinde önce lüks ve ihtişam, sonra bir utanç hikâyesi olmaktan ne zaman çıkacak?”
Sorunun cevabı biz kadınların hayatları algılayışları,kadının en büyük düşmanı yine başka bir kadındır düşüncesinin içini aksi davranışlarla yaşantılarla doldurduğumuzda , kendi prestijimiz için etrafımızı sadece bizi prestijli gösterecek şeylerden ve kişilerden oluşturmadığımızda aslında bunun geçici ve değişken bir algı dayatması olduğunu anladığımızda,nokta kadar menfaat uğruna hangi meslekte olursak olalım virgül gibi eğilmediğimizde,dün köpek desiklerimize bugün ver eteğini öpek demediğimizde sapla s***anı ayırtedebildiğimizde,işlerimizin çoğunda toplumsal fayda esaslı hareket ettiğmizde,bireysel o*** inançlarla sivirilmeyip onu çıkarsal ***açlarla kul***madığımızda,Harvard mezunu olsak bile eşekliğimizde inat etmediğimizde,eğitimli örgütlü cehaleletin tehlikesini görebildiğimizde vs.vs.