Neredeyse iki yıl geçti, Gazze’deki zulmün başlangıcından bu yana.
En küçük bir sarsıntıda eli ayağına dolaşan faniler olarak hiç kendimizi koyduk mu onların yerine?
Çünkü Filistin’de kadın olmak, yalnızca kadın olmanın zorluklarını taşımak değil, aynı zamanda bir halkın sürgününü, işgalini, yoksulluğunu ve savaşın tüm ağırlığını omuzlarında hissetmektir.
Kadın, burada sadece bireysel kimliğiyle değil, annelik, eşlik, kız evlatlık ve çoğu zaman da ‘direniş sembolü’ olarak hayatını sürdürmek zorundadır. Dünyanın birçok yerinde kadınlar eşitlik mücadelesi verirken, Filistinli kadın hem toplumsal eşitsizlikle hem de askeri işgalin, zulmün hatta soykırımın doğrudan hedefi olmakla mücadele eder.
İyice şımaran, küstahlık ve hadsizlikte sınır tanımayan İsrail işgali altındaki Filistinli kadınların gündelik yaşamı, sürekli bir güvensizlik ve korku atmosferinde geçmektedir.
Filistin’de kadın olmak, çifte şiddet demektir. Bombardımanlarda ölen çocukların annesi olmak, eşini, babasını, kardeşini, ailesini kaybetmek, evsiz ve aç kalmak, zorla ve sürekli bilinmeyene doğru göç etmek. Verilen maddi ve manevi kayıpların ardından ayakta kalmaya çalışmak ve bunun ağırlığını sürekli sırtında hissetmek.
Ya Filistin’de anne olmak nasıldır desek?
Filistin’de annelik, başka hiçbir yerde olmadığı kadar kutsal ve ağır bir sorumluluktur.
Bir yanda çocuklarını açlık, savaş ve ölüm korkusuna karşı korumaya çalışan, diğer yanda evladını kaybettiğinde, evlatları yaralandığında bile metanetini, direncini kaybetmeden toplumun ona yüklediği görevleri, kişisel psikolojisinin önünde tutarak yaşamı devam ettirmeye çalışmaktır.
Birleşmiş Milletler 7 Ekim 2023’te başlayan saldırılarda 28.000’den fazla kadın ve kız çocuğunun öldüğünü tahmin ediyor. Bazı medya ve sivil toplum kaynakları, ölenlerin yaklaşık %70’inin kadınlar ve çocuklar olduğunu belirtiyor, biz bundan çok daha fazlasının olduğunu düşünüyoruz.
Örneğin bir saldırıda 436 kişi yaşamını yitirmiş, bunlardan 183’ü çocuk, 94’ü kadın olarak raporlanmıştı. Ayrıca bazı kaynaklar (Euromed Monitor) saldırılar boyunca saatte 1 kadın ölümü ortalaması olduğunu iddia ediyor yani günde ortalama 21 kadın.
Filistin’de kadınlar sadece savaş, ölüm, ailesini, evladını kaybetme korkusu ya da tehdidiyle yaşamıyor, cinsel istismar ve şantaj, güvenli barınma ve mahremiyet eksikliği, sağlık hizmetlerine erişim zorluğu, psikolojik travma ve stres, ekonomik şiddet ve yoksullaşma ile açlık ve kıtlık gibi çoklu tehditle ayakta kalma savaşı veriyor ve bu giderek zorlaşıyor.
Çok ağır ve trajedik örnekler var. Evi vurulduğunda dokuz çocuğunu kaybeden bir anne, barınak olarak kurulan çadırlarda anne ve çocukların birlikte öldürülmesi, sığınakların, okulların, hastanelerin bombalanması…
Sonuçta sevgili okur, Filistin’de kadın olmak, insanlığın sınavıdır
Filistin’de kadın olmak, direnmek, sabretmek, yas tutmak ve yeniden ayağa kalkmaktır.
Bu nedenle Filistinli kadınların hikâyesi yalnızca onların değil, aslında insanlığın ortak vicdan sınavıdır.
Çünkü bir toplumun, bir halkın, bir dünyanın kadınları nasıl yaşattığı, adaletin ve vicdanın gerçek ölçüsüdür.
Ve bugün, Filistinli kadınların yaşadıkları, bütün insanlığa sorulmuş bir sorudur:
Filistin’de yaşamak mümkün müdür?
















