Bir aptalın anlattığı bir masal bu: Kuru gürültüler, deli saçmalarıyla dolu.
Televizyonda dizi izlerken bir anlığına da olsa dünyada yaşananları düşünmeye başladım. Pandeminin başlangıcından bugüne kadar olan biten her şeyi. Karantinadaki sallanan sandalyemde gözlerimi kapatmış, sessizce, 2020 yılını izlediğim zaman gördüğüm şey sadece şu oldu: Korku!
- Neler oluyor böyle?
Gözlerimin önünden geçenler bir bilim kurgu filminin en hızlı oynatılan haliydi. Tipik bir yüksek hızla ilerleyen ve sekans geçişleriyle üst üste düşen felaketler yığınıydı.
- Şimdi son dakika haberini sıcağı sıcağına veriyoruz; korona virüs sebebiyle Çin’deki pazarlar kapatıldı. Dıt dırı dırı. Ukrayna uçağının düşürülmesi beklenen üçüncü dünya savaşının ayak sesleri olabilir mi? Dıt dırı dırı, İstanbul’da 4.7 şiddetinde deprem arzulanan büyük felaketin öncüsü mü? Dıt dırı dırı, Kasım Süleymani öldürüldü? Ortadoğu’da neler olmakta? Dıt dırı dırı. Avustralya’da büyük yangın oldu. 2020’de dünyada neler oluyor? Dıt dırı dırı. Nba yıldızı Kobe Bryant düşen helikoter enkazında ölü bulundu? Simpson çizgi filmi tüm bunları nasıl bilebiliyor? Dıt dırı dırı. Elazığ ve Malatya’da 6,8‘lik deprem! Bilim adamının işaret ettiği yerde olan bu yıkımın sonraki durağı neresi? Dıt dırı dırı. Deve katliamı, Van’da çığ düştü. Çekirge istilası, Karınca istilası, Katil eşek arıları, Türkiye’ye meteor düştü… Dıt dırı dırı.
Gözümü açtığımda fal taşı olmuş gözlerim ve içime kaçmış sesimle, dizideki bir oyuncunun replikleriyle beraber kendimi şu halde buldum; ellerimi dua haline getirmiş oyuncunun repliklerini tekrarlıyordum.
- Allah’ım, inşallah tez zamanda depremler olur, zelzelelere karışırız yer gök bir olur, dağlar denizlere kavuşur. İnşallah çaresizlik içinde kalırız. Atlar sokakları basar yürüyecek yol bulamayız çukurlara düşeriz. Varlıklar evimizin içine kadar girerler istila ederler Allah’ım tez zamanda âmin! (Leyla ile Mecnun - Mecnun'un duası)
Biraz da olsa gülmek iyi olmuştu lakin dua ya tutarsa korkusu ile kanal değiştirmeye karar verdim. Yaratan bu duayı duymuş olmalıydı ki sakinledikten sonra kanalı değiştirdiğimde karşıma çıkan son dakika haberi ile artık sadece “yok artık” diyebiliyordum!
- …2. madde, eğer evden çıkmak zorunda kalırsanız mutlaka maske takılmalı ve mümkün olduğunca toplu taşıma kullanılmamalı çağrısı yapıldı. Devamında "Ziyaretçi kabul etmeyin. Mümkünse ayrı bir odada kalın, odanızı sık sık havalandırın. Evin ortak alanlarında mutlaka tıbbi maske takın. Mümkünse ayrı tuvalet ve banyo kullanın. Ayrı tuvalet ve banyo yok ise bu alanlarda mutlaka maske takın. Bu alanları her kullanım sonrası temizleyin. Sık sık el hijyeni sağlayın. Ellerinizi su ve normal sabunla yıkayın veya alkollü el antiseptiği ile ovalayın. Tabak, bardak, havlu gibi eşyalarınızı ayırın, ortak kullanmayın! Sorun küresel, Mücadele ulusal.
Peki, tamam. Evde kalıyorum. Kimseyi hasta etmeyeceğim, hasta olmayacağım gibi. Uyacağım tüm kurallara. Dışarısı felaket zaten; kişiler arası konuşulanlar, neredeyse herkesin doktor kesilmesi ve sosyal medya komploları beni içine sinmiş bir kişi haline döndürecek korkusuyla tabi ki evde kalmaya karar veriyorum.
Karantina birinci günü anlamaya çalışarak geçti. İstesem de çıkamamak ve televizyondaki haberlerden bunalmış olmak, sosyal medyadaki kargaşadan kaçmak için en iyi aktiviteye yöneldim. Kitaplar. Her şey o kadar üstüme geliyordu ki ben de kurtuluşu her zamanki gibi kitaplığımda aldım. Bir gün, iki gün, üç gün derken günler haftaları, haftalar ayları kovaladı. Kitaplar kitapları kovalarken, karakterler bir bir canlanmaya başladı! Artık aynı olan ve kişileşen her şeyle iletişim halinde olmaya başladım; bir sabah yüzümü yıkayıp berbersiz kalan yüzüme baktığımda olan şu an gibi;
- Burnunuz ne kocaman?
- Bu kadarı az delikanlı. Hâlbuki neler neler bulunmaz söyleyecek. Asıl iş edada. Meselâ bak, hoyratça: "burnum böyle olsaydı, mösyö, mutlak dibinden kestirirdim.” (Edmond Rostand / Cyrano De Bergerac)
İlk günler bu şekilde tiratlar oynamak hoşa gidiyordu tabi. Bu her sabah farklı duygularla tekrarlandı. Günler haftaları, haftalar ayları kovalarken, ben de karakterleri kovaladım. Bir gün Othello olup yastıkla başka bir yastığı boğdum. Bir gün karantinadan dolayı kapalı bakkallara ver yansın ediyordum Osip’in sözleriyle;
- Allah belasını versin. Açlıktan geberiyorum. Midem bomboş... Karnım gur gur ötüp duruyor. Off... Bıktım bu yaşamdan. Vallahi, köy daha rahattı. Orada kent yaşamı yoktur ama üzüntüsü de azdır... (İç çeker.) Ah Yarabbi, bir kaşık çorba olsa! Vallahi bana öyle geliyor ki, şimdi bütün dünyayı yiyebilirim. (Nikolay V. Gogol / Müfettiş)
Günler eğlenceli geçerken sanatçıların, tiyatrocuların, siyasetçilerin, sporcuların canlı yayınları peşi sıra sıralanırken içimde Vlademir canlandı;
- Boş konuşmalarla zamanımızı harcamayalım! (Bir an, şiddetle) Fırsat varken bir şeyler yapalım! Her gün birilerinin bize ihtiyacı olmuyor. Aslında özellikle bize ihtiyaç duymuyorlar. Başkaları da daha iyi olmasa bile, aynı derecede bizim yaptıklarımızı yapabilirlerdi. Kulaklarımızda çınlayan şu yardım çığlıkları bütün insanlığa yöneltilmiş! Ama burada, zamanın bu anında, istesek de istemesek de bütün insanlık biziz. (S.Beckett / Godot’u Beklerken)
Sanırım iyice kafayı yiyordum. Her şey canlanmış benimle sohbette gibi geliyordu artık. Koltuk, buzdolabı, yazı tahtası, masam –yemekte olur, çalışmada-, bardaklar ve daha bir sürüsü… Ama bir yandan seviyordum da. Kitaplığımda büyük bir huşu ile sırasıyla okumak istediğim kitapları seçmeye devam ederken sıradaki kitabı arıyordu.! Gözüm felsefede, siyasette, mitolojide, dinler tarihinde, romanlarda, kişisel gelişimde gezinirken oradan sanata oradan da tiyatro kısmına geldi ve bir kitap üzerinde durdu. Karantinada en çok hissedebileceğim o başlık; “İçerdekiler” Melih Cevdet Anday’ın tiyatro oyunu.
- İşte budur.
Karantinadan faydalanacağım ve yeniden okuyacağım. Büyük bir hevesle alıp çalışma masama oturdum ama hiçbir şey umduğum gibi olmadı. Işıklar kesildi. Ama bu beni durduramazdı. Bir mum yaktım ve içimde yeniden çıkmak isteyen karakterleri bastırıp okumaya devam ettim. Sayfa 16’ya geldiğimde karşımdaki sözler karşısında irkilmiştim.
- KOMİSER: İlgilendim seninle, ne saklıyayım, sevdim seni. Bir yıldır dayanıyorsun... Bir odada, tek başına, gece gündüz... Pek az gördüm senin gibisini... Elimizden çok insan geçer bizim... Senin gibi aylarca kapatılanlarda çeşitli tutkular belirir. Kimi içki diye kıvrım kıvrım kıvranır, kimi kadın diye kudurur, kimi de olmadık şeyler ister. Hiç unutmam, biri makyaj takımı istediydi.
- TUTUKLU: Makyaj takımı mı?
- KOMISER: Ya... Aktördü, sakal bıyık takıp kendi kendine oynayacakmış. Delirdi sandık önce. Sonra baktık ki, adam deli meli değil. Makyaj takımını vermezsek delirecek...
- TUTUKLU: Verdiniz mi?
- KOMİSER: Verdik.
- TUTUKLU: Sonra ne oldu?
- KOMİSER: Delirdi.
Usulca sayfayı kapadım ve mumu üflemeden önce son kez bir tirat döküldü ağzımdan.
- Yarın, yarından sonra bir yarın, bir yarın daha! Sürüp gidiyor günden güne küçük adımlarla; Geçmiş günlerimiz ise nice sersemlere ışık tutmuş Ölüm yolunda, toz toprak olmazdan önce. Sön, cılız kandil, sön! Hayat dediğin ne ki: Yürüyen bir gölge, bir zavallı kukla bu sahnede: Bir saat gösterip, boyun kırıp gidecek! Bir daha duyulmayacak artık sesi. Bir aptalın anlattığı bir masal bu: Kuru gürültüler, deli saçmalarıyla dolu. (W. Shakespeare / Macbeth)
Oglum buyazinda super olmus elerine saglik seni ayakta alkişliyorum dev***ini herz***an bekliyoruz sen ne guzel ad***sin
Zevkle takip ediyor ve okuyorum yazılarınızı kaleminize sağlık dev***ını bekliyoruz.
Eline emeğine sağlık çok başarılı.