Sıcak bir yaz günüydü. Ara ara esen yelin getirdiği hafif bir serinlik insanlara az da olsa ferahlık veriyordu.
Öğle tatilinde bir şeyler yemek, içmek için gelenlerle birlikte hayli kalabalık olan, müzik sesinin sonuna kadar açıldığı çay bahçesinde kocaman çınar ağacının kenarına konmuş masada tek başına oturan genç adam misafirini beklerken ne o gürültünün ne de o kalabalığın farkındaydı. Yüzünü asıktı, aklından çok kötü şeyler geçiyordu.
Az sonra karşıdan gelen yaşlı adamı fark edip ayağa kalktı, el salladı.
Adam onu görünce hızla masaya geldi. Tokalaşıp sarıldı genç adama. Karşılıklı oturdular. Ardından misafir merakla sordu:
”-Hayırdır kardeşim. Acele çağırdın çok önemli diye. Kötü bir şey yok inşallah.”
Genç adam sıkıntıyla yere baktı, kumral saçlarını elleriyle geriye doğru taradı. Bir süre sustu. Ne diyeceğini nasıl konuşacağını bilememenin verdiği sıkıntıyla bir türlü söze başlayamadı.
Arkadaşı telaşlandı iyice. Hemen üsteledi:
“-Borca mı girdin? Çok önemli değil bunlar. Bulur, buluştururuz bir şeyler. Haydi anlat.”
“- Yok ağabey, keşke öyle olsaydı,” diye cevap verdi genç adam. “Yaşadığım şey anlatılacak gibi değil.”
Karşısındakinin perişan haline bakıp düşündü yaşlı adam. Bu gencecik adam iyi bir kamu görevindeydi. Evliydi. Kötü alışkanlıkları olmayan, İki çocuk sahibi harika bir baba ve çok iyi bir eşti. Hanımı da kocasına bağlı, dünya tatlısı, güzel bir kızcağızdı. Ne olmuştu da bu hale gelmişti?
Birden aklına gelen düşünce için kendine kızdı. “Yok, olamaz,” dedi kendi kendine. “Bu çocuk karısına deli gibi aşık, karısı da ona. Neden o güzel kızı aldatsın ki?”
Ama hemen sordu:
“-Kardeşim ne oldu, yoksa gelini mi aldattın?”
Genç adam büyük bir şaşkınlık yaşadı. Başını iki yana salladı. Sonra yavaşça fısıldadı:
“-Ağabey, bana bir silah lazım.”
Durdu yaşlı adam. Beş on saniye onun kararlı yüzüne baktı:
“-Neden lazım? Hayrola,” diye sordu. “Sebep ne?”
Alının sıkıntıyla ovalayan genç adamın yüzü iyice gerildi. Öfkeyle fısıldadı:
“-Demin sorduğun sorunun tersini yaşadığım için.”
Önce cevabı anlamadı misafir. Ardından büyük bir şaşkınlık yaşadı. Ama hemen kendini toparladı. Hızla düşündü. Böyle bir şey asla olamazdı. Yılların emniyet mensubuydu. Kaç cinayeti çözmüş, kaç çözülmez denen dosyayı aydınlatmıştı. İnsanları tanımak ve gizli dünyalarında ipucu bulmak kendisi için artık çocuk oyuncağıydı.
Aklına genç arkadaşının eşi geldi. Gencecikti kadıncağız. Saf, nazik, zarif, çok iyiniyetli idi. Büyük ihtimalle birileri iftira atıp kardeşi gibi sevdiği bu genç adamı inandırmış olmalıydı. Sakin olmalı, önce onu konuşturmalı, bir delilik yapmaması için oyalamalıydı:
“-Kardeşim,” dedi. “Silah aramaya, parayla satın almana da gerek yok. Benim iki tabanca da senindir. Önce bu iş nasıl oldu? Şunu bana bir anlatsana. Sonra ikimiz iyi bir plan yapar, üstesinden geliriz evvel Allah. Ama önce hadiseyi tam anlayayım.”
“-Neyi anlatayım ağabey, diye hırsla konuştu genç adam. Karşı komşu söyledi. Şu özel şirkette Müdür olan adam. Karısı ona söylemiş. Onların ev telefonundan arıyormuş adam. Komşunun hanımı da ne olduğunu bilemeden birkaç defa haber vermiş. Bizimki adamla telefonla konuştuktan sonra hemen çıkıp gidiyormuş. Sonra bir gün kocası denk gelmiş. Kocasının yanında telefondaki adamı azarlamış komşu hanım. Kocasına anlatmış bizimkinin hazırlanıp gidişini. Adam bana “adam bizim telefonla senin hanımını arıyormuş. Ardından hanımın evden çıkıp gidiyormuş. Karına sahip ol aslanım,” dedi. Mahvoldum. Dondum, kaldım. “
“-Acayip, diye hayretle konuştu yaşlı adam. “Sizin evde telefon yok mu? Niye komşunun telefonundan aranmış gelin hanım? “
“-Bizim eve henüz telefon bağlanmadı,” diye sızlandı genç adam. Komşu da “bir ihtiyacınız olursa bizin numarayı verin” dediydi. Ama ben o telefonu ne kullandım ne de numarayı bir tarafa yazdım. Sorsan hatırlamam bile. Ama anlaşılan o ki benim utanmaz hatun bir yere yazmış. Ondan faydalanmış olacak.”
“Çok sıradan, hemen bulunacak bir sebeple neden kendini açık etsin ki. Bu sebep aklı kıt birinin baş vuracağı bir yol. Oysa benim gördüğüm gelin hanım çok zeki. Eğer aldatmış olsaydı çok daha akıllı yollar bulurdu,” diye düşündü yaşlı adam. “Bu komşu kim acaba. Özellikle hanımı nasıl bir kadın?”
“-Eğer bu hadise doğru ise çok aptalmış ikisi de. Apaçık ipucu bırakmışlar. Garip doğrusu. Pekiyi… Hanımınla konuştun mu bu meseleyi?”
Genç adam duraksadı bir an. Sonra hırsından çeneleri kasıldı:
“-Ne konuşacağım Ağabey? Beni nasıl aldattın, anlat bakalım mı diyeceğim? Ölümü çoktan hakketti o!”
Elini uzatıp genç adamın birbirine kenetlenmiş ellerinin üzerine koydu yaşlı adam. Sonra onun gözlerinin içine baktı, tane tane konuştu:
“-Bak ne diyeceğim. Sözümü kesmeden beni dinle. Seni bu halinle eve yalnız göndermem. Şimdi birlikte eve gideceğiz. Hiç açık vermeyeceksin. Sonra gizli görevle benimle beraber olacağını, birkaç gün eve gelemeyeceğini söyleyeceğim. Ertesi gün işten birkaç günlüğüne idari izin alır, araştırmaya başlarız.”
Hemen itiraz etti genç adam:
“-Neyi araştıracağız ağabey. Her şey gün gibi ortada…”
Sözünü kesti onun yaşlı adam:
“-Ağabeyine güven kardeşim. Az sabret bir iki gün. Sonra bana teşekkür edeceksin.”
Genç arkadaşının hayıflanmasını dinledi akşama kadar yaşlı adam. Onu sakinleştirmeye çalıştı.
Akşam kapıyı açınca gelin onları güler yüzle karşıladı. Her zaman olduğu gibi güzel yemekler yapmıştı. Yemek sırasında sözü komşuluk ilişkilerine getirdi yaşlı adam. Gelin hanıma sordu:
“-Güzel bir apartman burası. Çok yeni görünüyor. Herhalde komşular da yeni sayılır. Nasıl, anlaşabiliyor musun onlarla?”
Genç kadın saf saf cevap verdi:
“-Evet Ağabey. Karşı komşum en eski olanı. Üç yıldır ahbaplık ediyoruz. Çok iyi anlaşıyoruz. Ama bir iki gündür göremedim. Vallahi şimdiden özledim. Bizim evde telefon yok. O konuda da yardımcı oldu.”
İki adam birbirine bakıştı. Genç adamın yüzü kasıldı.
“-Nasıl?” diye sordu yaşlı adam. “Tanıdıkları mı var? Size telefon bağlamak için yardım mı edecek o hanım?”
“-Yok yok,” dedi gülerek genç kadın. “Öyle değil. Arkadaşım beni bir ay evvel kasaplarına götürdü. Kasap ara ara çok kaliteli, temiz etler, getiriyormuş. İyi et geldiği zaman telefonla haber veriyormuş belli müşterilere. Beyim de et çok sever. Komşum dedi ki “bizim telefon numarasını verelim. İyi et gelince bize telefon etsin. Sen neyi istiyorsan telefonla söyle. Ayırsın sana. Sonra gider alırsın. Kasap yakın bize. Birkaç seferdir ayırtıyordum. Sonra gidip alıyordum. Bir iki gündür telefon gelmiyor. Herhalde kasap ya bizi unuttu ya da bugünlerde iyi eti yok.”
Şaşırmış gibi yaptı yaşlı adam:
“-Allah Allah, ne iyi bir adammış bu kasap. Tarif etsene yerini. Ben de oradan alayım. Hatta telefonunu verirsen daha iyi olur.”
“-Telefonunu bilmiyorum. Bilsem de işe yaramaz. Evde telefon olmayınca ne işe yarayacak ki,” diye cevap verdi gelin. Ama yolu tarif edeyim.”
Ardından çok güzel demlenmiş nefis çayını ikram etti. Birlikte giderlerken de dedi ki:
“-Ağabey, evlendik evleneli geceleri evden çok az ayrıldı. Sana emanettir.”
Dışarı çıktıklarında genç adam ne diyeceğini bilemeden suskun kaldı. Bir müddet ses çıkarmadan yan yana yürüdüler.
Yaşlı adam “konu bence ortaya çıktı,” diye düşündü. “Ama bu kardeşimi iyice ikna etmem gerekiyor. Onun için yarın bir de kasabı ziyaret edelim.”
Ertesi gün erkenden kasaba gittiler. Arabayı yakın bir yere bırakıp az mesafeyi yürüdüler.
Kasap şişman, sevimli, konuşkan bir ihtiyardı. İkisini de tatlı diliyle gülerek karşıladı. Genç adam iki kilo bonfile ayırttı, ardından sordu:
“Amca sen bizim hanımdan da telefonla et siparişi alıyormuşsun.”
“-Birkaç hatırlı müşterimden alırım. Şu küçük telefon defterine yazdım hepsini. Acaba hangisi evlat,” dedi kasap. “Tarif et bakayım.”
“- Müdürün Hanımının yanında gelen…”
“-Ha! Hatırladım,” diye gülümsedi yaşlı Kasap. “Evet, evet! Hatırladım. Hatta evlerinde telefon olmadığını da söyledi. Müdürün hanımına telefon ettim birkaç sefer. Karşı komşularmış. Hemen gelip aldı siparişi. Son sefer aradığımda herhalde sesimi tanımadı Müdür Bey, beni iyice azarladı. Neyse, nasıl olsa gelir buraya, anlaşırız. Çok edepli, terbiyeli bir hanımın var delikanlı. Az da kızıma benziyor. Selamımı söyle Kasap babadan.”
Bir kâğıda telefon numarasını yazıp uzattı:
“-Et ihtiyacınız olursa beni arayın, dedi. Elimde olanı da olmayanı da size söylerim. Olandan sizin için ayırırım.”
Dışarı çıktılar. Genç adam şaşkınlıkla konuştu:
“-Ağabey! Bu yaşlı adam dünyadan habersiz gariban bir ihtiyar amca. Belli ki hiçbir şeyden haberi yok. Bu ne şimdi? Anlamadım ki?”
Durdu yaşlı adam, uzattı elini, omuzundan tuttu genç adamı, kuvvetle salladı:
“-Ah be kardeşim benim, dedi hüzünle. Şu cinayetlerin, yaralamaların kaçta kaçı günahsız, sebepsiz yere işleniyor acaba? Ayrılıkların da küslüklerin de ne kadarı anlamadan dinlemeden meydana geliyor? Çoğunluğu, hem de büyük çoğunluğu. Üstelik senin hikâyende bence çok daha sıradan bir sebep ortaya çıkacak. Bundan artık eminim.”
Genç adam şaşkın şaşkın sordu:
“- Şimdi ne yapacağız Ağabey? Bundan sonra….”
Hemen sözünü kesti yaşlı adam:
“- Telefon idaresine bir uğrayalım. Şu Müdür efendinin ev telefonunu son bir ay içinde kimler aramış, bakalım.”
Genç adam şaşırdı yine:
“-Verirler mi ağabey? Resmi yazı gerekmiyor mu?”
Yaşlı adam gülümsedi:
“-Acil durumlarda verirler.”
Öğleye doğru telefon kayıtları yaşlı adamın elindeydi.
Az sonra çay bahçesinde bir yandan poğaça yiyip çay içiyorlar, bir yandan da telefon numaralarını inceliyorlardı. Son bir ay içinde bir numara üçer gün arayla öğleden sonra Müdürün evini birkaç sefer aramış, çok kısa konuşmuştu. Bu numara kasabın numarasıydı.
Genç adam büyük bir şaşkınlık yaşayıp derin bir pişmanlıkla kıpkırmızı kesildi ve çok utandı. Ellerini başının arasına alıp bir müddet sızlandı:
“-Ağabey… Ah ağabey! Şimdi ben hanımın yüzüne nasıl bakacağım. Ne yapacağım şimdi.”
İlk defa kendini tutamadı yaşlı adam. Sesi sinirliydi:
“-Şu Müdür efendiden küçük bir hesap soracağım. Ben onu tanımam, o beni tanımaz. Ama ona küçük bir hadise anlatacağım. Bakalım ne diyecek. Ama sen benimle gelmeyeceksin. Arabanı şirket binasının kapısına yakın bir yere park et. Bizi görünce rast gelmiş gibi yanaş. Ama laf etme. Söz mü? Şimdi mesai saatini bekleyelim, biraz oyalanalım.”
Yaşlı adam mesai bitimine doğru şirketten içeri girdi. İkinci kata çıkıp koridorun sonundaki kapıya ulaşınca tıklatıp yavaşça açtı.
Müdür onu görünce suratını asıp ne istediğini sordu. Yaşlı adam hiç oralı olmadı. Masanın önündeki iki koltuktan birine oturdu, kendini tanıttı.
Küçük bir şaşkınlık yaşayan Müdür ne sebeple geldiğini sorunca yaşlı adam abartarak konuşmaya başladı:
“-Kusura bakmayınız Müdür Bey, vahim bir dolandırıcılık çetesini takibe aldık. Bu çete belli evlere telefonlar edip özellikle hanımlara tuzak kuruyormuş. Zaten şehirde az sayıda evde özel telefon var. Bunlardan biri de sizin evin telefonu. Gizli bir soruşturma yürüttüğümüz için size daha evvel haber veremezdik. Takibimiz neticesinde şimdi göstereceğim telefonlar sizi aramış. Acaba listeye bir bakıp evinizi arayan bu telefonların kimlere ait olduğunu söyler misisiniz? Tanımadığınız telefonlar var mı acaba?
Listeyi Müdürün önüne koydu.
Büyük bir sıkıntı ve merak ile listeyi eline alan Müdür numaralara bakıp konuşmaya başladı:
“-Beyefendi, şu numara babamın. Şu kız kardeşimin, bu hanımın annesinin, iki numara şirketin, şu banka müdürünün. Şu çok arayan da kasabın numarası.”
Yaşlı adam gülümsedi. “Şimdi tuzağa düştün aptal adam,” diye düşündü. “Benim mi yoksa evindeki cadının mı?” Hemen sordu:
“-Kasap niye sizi arar ki?”
“-Etleri çok lezzetlidir,” dedi. “Hanıma özellikle ben söyledim. İyi et gelirse bizi arasın diye. Ertesi gün uğrayıp alırım.”
Müdürün dikkatle yüzüne baktı yaşlı adam ve kelimelerin üstüne basa basa konuştu:
“-Ama kasapla da konuştum. Sizin onu çok kötü azarladığınızı söyledi. Bakın Müdür Bey, bize söylemediğiniz ve gizlediğiniz bir şey varsa… Bu kasap bu çete ile ilgili bir şeyler biliyorsa…”
Müdür aklına birden gelen düşünce ile kıpkırmızı kesildi. O gün telefon çalınca hanımı açıp bağırmaya başlamıştı:
“-Utanmaz adam! Ne arayıp duruyorsun? Sevgilini başka yerden ara.”
Şaşırıp hanımına bakınca hanımı telefon ahizesini kapatmadan masanın üstüne bırakıp kulağına fısıldamıştı:
“-Karşı komşunun hanımını arıyor kırıkları. Bu telefonu vermiş. Hem günde kaç defa!”
Hırsından delirip yerinden fırladığı gibi ahizeyi kapıp karşı tarafı dinlemeden küfürle bağırıp telefonu kapatmıştı. Ertesi sabah bahçede karşılaştığı genç komşusuna karısına sahip çıkmasını abartarak söylemiş, onu dinlemeden hızla arabasına binip işine gitmişti.
Bütün vücudunu basan sıcaklıkla düşündü: “Allah’ım bu kaçıncı! Bu kadının yüzünden kaç dost, kaç ahbap, akraba kaybettim ben. Kıskanç mahlûk. Birini kendisinden biraz üstün görse tuzakları kurmaya başlar. Ömrümü yedi bitirdi. Ah şu çocuklar olmasaydı, bak sana neler yapardım. Şimdi komşuya ne diyeceğim? Zavallı kasaba da bir özür borcum var. İş çıkışı gidip gönlünü alayım.”
Yaşlı adam sessizce seyretti onu. Ardından ciddi bir sesle konuştu:
“-Beyefendi eminsiniz değil mi? Sonra başınıza iş açılmasın?”
“-Hayır, hayır,” dedi adam heyecanla. “Eminim. Kaç yıldır adamdan alışveriş ediyorum. Dürüst bir ihtiyardır bizim kasap. Öyle kötü işlerle alakası olmaz.”
Sonra birden durdu. Aklına gelen düşünceyi hemen yaşlı adama söyledi:
“-Birazdan gidip tonton kasabımdan özür dileyeceğim. Buyurun beraber gidelim.”
Az sonra binadan tam çıkmışlardı ki kendisine el sallayan genç adamı gördüler.
Yan yana geldiklerinde genç adamın ellerine sarılan ve utancından yine kıpkırmızı olan Müdür yaşlı gözlerle ona baktı ve dedi ki:
“- Genç arkadaşım, aziz komşum. Size çok büyük bir özür borcum var. Bir yanlış anlaşılma sonucunda büyük bir ayıp ettim sana karşı. Ne olur sabahki sözlerimi unut. Çok aptalcaydı, gerçekle yakından uzaktan alakası yoktu. Senden de yengeden de beni affetmenizi diliyorum.”
Yaşlı adam gülümsedi, hemen söze karıştı:
“-Müdür Bey, ben de sizden özür dileyeceğim. Genç dostumu uzun zamandan beri görmemiştim. Kasabınıza başka zaman gideriz inşallah.”
Müdür yanlarından ayrılınca yaşlı adam küçük bir kahkaha attı, şaka yaptı:
“-Tabancamı istiyor musun?”
Genç adam ona minnetle baktı:
“-Ağabey,” dedi. “Hakkını nasıl ödeyeceğim? Hayatımızı kurtardın. Ama hanıma ne diyeceğim ben? Durumu bilmese de çok mahcubum ona karşı. Hayatım boyu bu utancı hep yaşayacağım.”
“-Hiçbir şey demeyeceksin,” diye cevap verdi yaşlı adam. “Hiçbir şey. Bundan sonra sen sen ol, asla duyduğun hiçbir dedikoduya inanma. Savunma hakkı vermeden, delileri iyice gözden geçirmeden sakın karar verme. Unutmadan hanımına da söyle, bu müdürün hanımından olabildiğince uzak dursun, değil kendine, gölgesine dahi görünmesin. Hasta ruhlu kadın iftira atmış. Gördün işte, delilleri beraber topladık, izleri beraber sürdük.”
Yavaş yavaş yürüyorlardı. Genç adam durdu ve dedi ki:
“-Ağabey, hala anlamadığım bir şey var. Durup dururken niye bu iftira?”
Yaşlı adam derin bir of çekti:
“-Ah be benim saf kardeşim! Eğer insan hasetlik çamuruna bulanmışsa, içinde kötülük tohumları ekili ise karşı tarafın bir şey yapmasına hiç mi hiç gerek yok. Küçücük güzel gülümseme, zarif bir ses, hoş bir kelime, kaşının şekli dahi yeterlidir kötülüğünün ortaya çıkması için. Bu kadar basittir. Bütün kötülükler ufacık, aklımızın alamayacağı kadar sıradan bir sebeple başlar, tıpkı kıvılcımın koca ormanı yakması gibi…”