Ramazanla birlikte dinmedi ülkemdeki yangının hızı.Bir yanda bitmeyen gezi eylemleri yeni sebep ve sonuçlarla çıkarken karşımıza, diğer yanda kimi kendini bilmezler kadına el uzatmaktan geri durmadı.
Unutmadığınıza eminim.TRT 1’de iftar saatlerinde yayınlanan ‘Ramazan Sevinci’ programında, Türk tasavvuf düşünürü olduğu söylenen ama düşünmeyi tamamen unutan biri gibi görünen, Ömer Tuğrul İnançer’in sözleri hepimizi şaşırttığı kadar sinirlendirdi de.Neden demeyeceksiniz biliyorum ama yine de yazmadan geçemeyeceğim. Hamilelerin sokakta dolaşmamalarını, eğer ihtiyaç varsa beylerinin araçlarıyla akşam vakitlerine sokağa çıkmaları gerektiğini filan söyleyen (ki burada geçen bey kelimesi ayrıca bir şaşkınlık belirtisidir), İnançer’in hangi yüzyılda hangi dünyada doğup yaşadığını fena halde merak ettim. Türk tasavvuf düşünürü diye anılan birinin ağzından çıkanlardan sonra, insanın ne kadar değerli olduğu, anneliğin nasıl kutsal olduğu ve daha da önemlisi insanları hiç bir şekilde ayrıştırmayan bir öğretinin, yaklaşımının, kadınların hamile olmaları üzerinden nasıl böyle bir görüşe nail olabileceği, gibi pek çok soru var aklımda.Tüm bunların ardından Diyanet, “Dinimizde kadına tecrit yoktur” açıklaması yaparken, TRT’de “Bu kurumu bağlayan bir görüş değildir” şeklinde yorum yaptı.
Ama işin bence en ilginç ve üzücü yanı, kadınlara bakılan gözün göz olmayışı.En kötü yanı, kadınların her zaman ötekileştirilecek bir durumunun bulunuvermesi.Kadınla ilgili kulpların her daim bir yerlere takılmak üzere hazırda tutulması.Ama aslında işte bu tam bir akıl tutulması
Annelik gibi kutsal bir duygunun öncesinde yaşadığımız, çok özel bir zaman olan hamilelikle ilgili, böyle düşünen bireyler oldukça bu ülkede, kadınlar her zaman tehdit altında olmayacak mı?Bir delinin bir kuyuya attığı taşı bin akıllının çıkaramadığı ispatlanmışken, şimdi de ve hali hazırda ve yine, her şeye rağmen kadın üzerinden siyasi sosyal mesajlar vermenin neresinden doğru bir sonuç çıkacak?Tüm bireysel ya da cinsiyet ayrımlarını kenara koyalım, bu ayırım Tanrı katında doğarken bile kutsalken, hangi akıl, hangi zihniyet, ısrarla, büyük amaçlarla ya da amaçsızca, kadına dair düşmanlıkla yürüyor.Nedendir kadına gösterilen iyi niyet ya da teveccüh hep en alt sınırda dolaşıyor?13 yaşında kız çocukları bile onlarca kişinin tacizine uğradığında, kendi rızasıyla yapmıştır diyecek kadar sığ olan beyinler, kendilerinin de hamile bir ananın karnında 9 ay taşınıp, dünyaya geldiğini nasıl unutuyor?Asıl cehalet, evrenin doğumundan bugüne süregelen doğal bir olayı, farklı açı ve yaklaşımla saptırıp, aslında saçmalamaktan ibaret değil mi?Bizler anneyiz.Ne mutlu ki öyleyiz.
Allah’ın bize bahşettiği bu güzel duyguyu, büyük bir keyifle dokuz ay boyunca, her türlü zorluğa göğüs gererek yavrularımız kucağımıza almak için yaşıyoruz. Her anından ayrı bir zevk alarak yaşayarak.Utanmadığımız gibi, doğanın böylesi güzel bir kanunundan dolayı gururlanıyoruz.Çocuğumuzu karnımızda taşırken, onun en mutlu olduğu anne karnında bizde onun için yaşıyoruz.Ve böylesi bir mucizeye sadece hayranlık duymak gerekirken, hamileliği sanki küçük düşürmek anlamında yapılan her eylemi de aslında biz anneler kınıyoruz.Örf adet adı altında daha önce hiç görüp duymadığımız kuralları dayatanları da, dayatmaya çalışanları da her şeye rağmen ,bir anne zerafetiyle, saygı ve hoşgörüye davet ediyorum.