Zor bir yıl geçirdik. Hem de çok zor.
Maden facialarıyla hayatını yitiren insanlar. Siyasette önü alınmaz karmaşalar. Bitmeyen seçimler. Önü alınamayan endişeler. Arkası kesilmeyen dedikodular. Bitmeyen ahlaksızlıklar. Durmayan yolsuzluklar. Yorulmak bilmeyen konuşanlar.
Dünya bilime verdiği önemi hem milyarlar hem de eğitim seviyesiyle artırırken bizim sadece sosyal medyada var olmayı bilimsel olarak var olmakla eşdeğer tutmamızın anlamı var mı?
Avrupa deneyip vazgeçtiği ve ailenin özüne döndüğü ahlaki çöküntüden kurtulmaya çalışıyorken, biz çökmeye başlıyor olmamızı neden kutluyor gibiyiz?
Modernizm, popülizm, hedonizm, vandalizm derken kendimize ait tüm kültürel değerleri bir çeşit fütürist eyleme feda etmiyor muyuz?
Neyimiz var neyimiz yoksa sadece gözle görülene, daha fazla gözle görünmek için harcamıyor muyuz?
Deyim yerindeyse el alemin ne diyeceğine bakmaktan işimize bakamıyoruz. Sosyal medyada paylaşmadığımız bir tek ‘an’ımız bile kalmadı. Hatta bir süre sonra neyi paylaşamayacağımızı bile merak eder haldeyim.
Öylesine ortaya döktük ki kişiseli, şahsi sırlarımızı, sınırlarımızı, yaşantımızın tüm detaylarını, başkalarının soru sormasına bile olmadan, anlattık, paylaştık.
İşin kötüsü bunu iyi bir şey sandık.
Modern, paylaşımcı hatta özgür olduğumuzu düşündük.
Sosyal medyamız elimizden alındığında özgürlüğümüzün kısıtlandığına inandık. Gerçek hayatta sahip olmadığımız ve hakkımızı aramadığımız özgürlüklerimizi, söz konusu facebook ya da twitter olduğunda nasıl da bilinçsizce savunduğumuzu gördük.
Maalesef boş şeylere olan inancımızı korumayı seçtik ama kendimize olan inancımıza bir türlü inanmadık. Kendimizi sadece başkalarının gözünden, dedikleriyle değerlendirdik. Takipçi sayımızla, aldığımız beğenilerle var olmayı, varlık göstermeyi sevdik.
Ne kadar içimiz boş dışımız gösterişli olursa o kadar önemli olduğumuzu zannettik. Hatta tersi olanları küçümsedik. O kadar ileri gittik ki, en basit meslekleri seçtik, neredeyse eğitimli, bilgili olmayı reddettik. Bilgiye değer vermemekle kalmayıp, bilgisiz olmakla kendimizi bir şey zannettik.
Ve bir 2014 te harala gürele, kargaşa, karmaşa içinde, başlamasıyla bitişi arasında göze gelir, dişe dokunur bir fayda sağlayamadan bitti.
Bitirdik.
Tükettik koca yılı bir sürü hiç uğruna.
Boşlukların efendiliğine soyunup, dolu görünenleri kaldırdık hayatımızdan, 2014 te de baktık ki kantarın topuzu pahalıya geliyor, hemen vazgeçtik kendisinden
Oysa her yılın başında olduğu gibi ne çok heyecanımız, beklentimiz vardı 2014 ten
Şimdi hepsini olduğu gibi 2015 i karşılıyoruz kendimize göre bir sevinçle.
Çok değil 6 ay sürecek en fazla 2015 le flörtümüz. Sonra ondan da sıkılmış, getirdiklerinden bıkmış gitmesini istiyor olacağız. İnsanoğlunun huyu böyle işte. Hemen eskiyi kenara koyup yenisini heybesine atmayı pek sever. Ne gelenin getirdiklerini, ne gidenin götürdüklerini hesaba katar. Başıboş, hedefsiz hatta hayalsiz hayatın getirisidir bu ve bunu baştan kabullenmiştir.
2015 i ve arkasındakileri sırayla tüketmek üzere alır eline.
Ve sırada 2015 mi var?
Kulllanır kullanır
Onu da atar.