Son günlerde çok konuşur olduk galiba. Susmayı unuturcasına. Zannediyoruz ki konuşunca herşey oluyor. Konuşunca herşeyi biliyoruz. Konuşunca bizden akıllısı yok.
Bilmiyoruz ki konuştukça batıyoruz. Konuştukça yalnızlaşıyoruz. En kötüsü de konuştukça hata üstüne hata yapıyoruz.
Neler olmadı ki Kasım ayında.
Neler konuşulmadı ki.
Çok şey oldu belki ama hiç susulmadı.
Hiç kimse sessizliği tercih etmedi ya da dinlemeyi.
Hiç kimse bilgeliği, sükunette aramadı. Yalnızlığı sessizlikte bulmadı.
Hep kalabalıklarda çoğaldığını zannetti kendini. Çığlıklarla bağırdığında yükseldiğini sandı sesinin. Kayboldukça onca kişinin arasında, daha bir mutlu sandı kendini.
Ne çare?
Kaybediyoruz kendimizi.
Sadece kimlik ya da kişilik meselesi değil bu üstelik.
Şeref meselesi de.
Şerefimizi de kaybediyoruz, yavaş yavaş, Çin işkencesi gibi.
Tek farkı, farkında değiliz.
Farkında olanlarımız elini eteğini öyle bir çekmiş ki, gözlerini, kulaklarını kapatmış. Duymayarak görmeyerek olabileceğini sanan ama büyük yanılgı içinde olanlar.
İşin daha acısı ne biliyor musunuz?
Neyi kaybettiğimizin farkında olmamamız.
Basit bir algı yanılması
Sıradan bir teknoloji hamlesi
Olağan bir çağ atlaması gibi yutuyoruz olanları hepimiz.
Dünyaya ayak uydurduğumuzu, globalleştiğimizi, büyük oyuncu olduğumuzu hatta normalleştiğimizi sanıyoruz.
Bu zanna, sanrıya, sancıya alışıyor, alıştırılıyoruz.
Öyle işimize geliyor ki bu durum, kaybettiklerimizin bırakın kıymetini bilmeyi, anlamını bile unutuyoruz.
Geleneği göreneği, kültürü âdeti, tarihi, mirası bıraktık ya
Ben bu aralar bu Şeref meselesine taktım.
Nerede neden bırakıyor olduğumuza.
Çocuklarımıza gelecek nesillere şerefli olmayı neden öğretmediğimize.
Bitmek tükenmek bilmeyen, pek çokları için anlam bile ifade etmeyen gündem başlıkları arasında kaybolan bir toplum. Hala ve hala topçunun ve popunun peşinden ayrılmayan, ışıklı hayatlarla ışıksız sokaklar arasında pin pon topu gibi gidip gelen insanlar.
İki gruba ayrılmışlar sanki
Ezilenler ve konuşanlar.
Konuşanlar kendini hep haklı, güçlü, doğru zannediyor, seslerini yükselttikte artıyor sanki puanları, çığlıkarıyla birlikte alkışlayanları
Bir de sessiz çoğunluk var
Sessiz ama çoğunluk olan.
Ve bir gün mutlaka harekete geçeceğine, ete kemiğe, vücuda bürüneceğine inandığım sessiz çoğunluk. Konuşmadan hareket edebilecek, bağırmadan zaferini kazanacak olan bugünün belki ezileni ama yarının gerçeği onlar.
Onurunu bir elbiseye satmayan, bileğinin hakkıyla, alnının teriyle kazanmaya alışan, kolaycılığı kendine yapılmış hakaret sayanlar onlar.
Hala şerefi başının üstünde tutan.
Biz şerefli bir toplumduk eskiden.
Ahlaklıydık.
Bırakın dövmeyi üstüne gül koklamadık sevdiğimizin
Bırakın tacizi bir evlada verilecek zararda ortalığı yıkardık
Bırakın aç kalmayı, kendimiz aç kalmak pahasına paylaşırdık ekmeğimizi
Bırakın arkadan konuşmayı, yüzüne söylememeyi yediremezdik kendimize
Dosttuk, arkadaştık, akrabaydık, kardeştik
Ama her şeyden önce insandık
Şimdi herşeyimiz var belki ama
Önce insanlığımızı
Bir de sadece insana, bize has olan şerefimizi
Ne zaman kaybettik?