Londra olimpiyatlarında başarılı olan iki kızımızın galibiyetlerinin sevinciyle oturdum yazmaya. Her ne kadar bu mutluluğu gerek Suriye, PKK ve terör üçgenindeki gelişmeler gerekse de kaçırılan CHP milletvekiliyle ilgili gelinen nokta sürekli ve ısrarla gölgelese de, yok yok kaçmayacak keyfim. Pembe Pusulamızın olanca hızıyla ilerlediği, büyüdüğü, varlığını sürdürdüğü mecra kanadında, özellikle ve dikkatle kadına pozitif ayrımcılık yaptığımızı artık söylememe gerek yok. Zira ülkemde sadece kadına değil, din suretiyle sömürülen insana yönelik ağır bir şiddet ve baskı varken, çözümü sadece kanun yoluyla beklemenin, istemenin imkânsızlığı da bana geri adım attırıyor. Yine de sayfalarımızda çalışma hayatından eve dönen kadınları görmek kadar, aile içi şiddetin vardığı nokta, çocuk tacizinde görünen köy ya da Ağrı da ölen Melek misali haberler, hep ve yine içimizden çıkıyor. Ve ne hayatlar soluyor kendi baharlarında bilemiyorum. Bildiğim sayıca çoklar. Onların hepsi biziz aslında. Yok birbirimizden farkımız. Bildiğim yüreği solgun, ruhu bitkin çok kadınımın, çok çocuğumun olduğu bu topraklarda. Sahipsizliğin getirdiği psikolojik aymazlıkla, kendi bedenlerine verilen zarara bile sıradan gözle bakmaya alışmış, alıştırılmış çocuklar onlar. Hayalleri olmayan, sıcak bir yemek ya da yumuşak bir omuz için bile kaybetmeye değer hayatlarını öylece kenara koyan. Ne yazık ki dış politikanın insanı acıtan gerekçelerinde, hep derim doğduğumuz topraklar bir nebze şansımızı da belirliyor diye. Düşünün Afrika’nın ortasında aç susuz topraklarda doğduğumuzu ya da 9 yaşında evlendirilen kız çocuklarının doğal karşılandığı bir memleketin insanı olduğumuzu Onlar doğdukları coğrafyanın gerçek kurbanları değil de ne? Duyuyorum tüm bunları görmek için fazla uzağa gitmeye gerek yok diyen seslerinizi Görüyorum yok birbirinden farkı hiçbir toprağın, kadın her yerde kadın, mahkûm sanki acı çekmeye Gazete kupürlerine, şehit 8 askerimizin ardından, Foça da arka arkaya patlatılan iki bomba ve yine 2 şehit haberi düştü. Terörün kana susamışlığı mübarek ramazanda da bitmedi. Durmuyor, ara vermiyor öldürmeye. Hangi güç, hangi odak, hangi seçenek, hangi yol, hangi taraf, tarif bilmiyorum ama artık birileri dur demek zorunda dökülen kana. Güne uyanışımızın ardındaki kızıl renk artık beyaza dönmeli. İnsanlıktan nasibini almayanların içimizde olmadığı, bizimle barınmadığı süreçlere dönüşmeli yaşam. Komşularımızla artan sorunların temelindeki siyasi ve ekonomik sebeplerin çözülme şekillerine dair tüm yöntemler denendi mi? Sıfır sorun hedefinin çok soruna dönüşmesine neden olan etmenlerle tek tek yüzleşildi mi? Çok değil 2 sene önce can ciğer, yanında, arkasında olduğumuz Suriye ile bugün gelinen durumun perde arkası bizlere gösterilen yüzüyle aynı mı? Aynı anda hem sinsice ilerleyen bir krizin haberleri, diğer yanda savaş baltalarıyla koşarak üzerimize gelenlerle birleşince, tablo hayli korkutucu. Tabi önemli olan doğruyu ne kadar görmek istediğimiz? Yoksa önümüze bir yaz dizisini koyup, deniz, kum güneş üçgeninde, hiçbir şey yokmuş gibi davranmak ta mümkün. Bu bizim kişiliğimizin, toplumsal duyarlılığımız ve de hayata olan bakış açımızın da aynası bir bakıma. Nasıl bakıyorsak öyle görüyor, nasıl görüyorsak öyle yaşıyoruz ya O hesap. Bir yanda şehitler için gözyaşı dökerken, diğer yanda eğlenceden eğlenceye koşanlarla ülkemin gerçekleri uyuşmuyor, örtüşmüyor. Toplumsal duyarlılık hadisesini gerçekten anlayıp, ülkem sorunlarında bir bütün olduğumuzda (ki hiç mümkün görünmüyor) vereceğim gerçek puanı ama Ona da ömrüm yeter gibi gelmiyor