İnsan olmanın bile zor olduğu ülkelerden birinde yaşarken, yaş farkı gözetmez sınıf ayrımı.
Zorluk sadece yaşayanı içine alır, bilmeyeni kenarından bile geçirmez.
Bir kere o çıkmaza düştüyseniz eğer, yüreğiniz karanlık bulutlarla kaplandıysa, devamını beyaza, pembeye dönüştürmek sadece filmlerde, masallarda ya da rüyalarda oluyormuş gibi gelir.
Oysa insan her yaşta insandır.
Sevmeyi, sevilmeyi, başarıyı, en önemlisi mutluluğu hak eden.
Atanın, yine dünyada bir ilke imza atarak, Türk ulusunun gençlerine hediye ettiği 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı, gündemdeki artık konuşmayı bırakıp her şeyi kavgaya dönüştürenler yüzünden hak ettiği gibi kutlanamıyor.
Ülkenin her bölgesinde, yönetilenlerce belirlenen usuller eşliğinde farklı kutlamalar yapılıyor.
Kutlamaların farklı olmasında sorun elbette yok ancak bu farklılıkta en fazla göze çarpanın asıl sahip olunması gereken ruhtan uzaklaşmak olması, insanı rahatsız eden.
Ülkemiz hem insan hem de gençlik olarak öyle çok değerini yeterince sahip çıkamadığı için kaybetti ki, dünyada pek çok ilke sahip tek ulus olması bile bu gerçeği değiştiremedi.
Tarihler bugün 19 Mayıs 20013’i gösteriyor. Atanın Samsun’a çıkışının üzerinden tam 94 yıl geçmiş.
Ve işin kötüsü bu 94 yıllık süreç Atanın bize emanet ettiklerini satarak, yok ederek, kaybederek, önemsemeyerek, görmezden gelerek geçmiş.
Şimdi meydanlarda, sokaklarda, okullarda, camilerde, kahvelerde, köşelerde her yerde gençlerin sesleri yankılanıyor ama bu yankı ne bir sonuç ne bir fayda getiriyor.
Gençlerimiz pek çok şeyden uzak, çoğu zaman korkak, ne istediğine göre değil, önüne sunulana göre hareket etmek zorunda kalıyor.
En önemli değer olan eğitim, kişiye göre değişmeye yüz tutan inanç sistemiyle çarpıştırılıp, öyle sunuluyor gençlerin önüne. Hayata dair olguları oturmamış olanlar gördükleri, duydukları yaşadıkları, bildikleri, inandıkları ya da olmak istedikleri arasında oradan oraya sürüklenerek veriyor kararlarını, ne yazık ki özgürce değil.
Bilgili olmanın altın değerinde olması bile, kardeşlik grupları arasında değerini yitirip, bilgiden çok çevreye, görünüşe verilen kıymetle eş değer tutuluyor.
Kimi en zor koşullarda bile kendini bir üniversiteye atmaya hedeflerken, kimileri için her şey o kadar kolay ki, ne okumak, ne eğitimli, bilgili olmak gibi bir idealleri var ne de para kazanarak hayatını kendi kendine idame ettirmek gibi.
Topluma faydalı bireyler, yoldan iyice çıkmış 2000 ler insanın en zor işlerinden biri haline gelirken, kimi aile parasıyla satın alıyor çocuğunu, kimi aile para için satıyor.
Her halükarda bilinçsiz ailelerin elinde büyümek zorunda olan zavallı bir nesil var ki, aklı başında olanlar her şeye rağmen doğruyu daha da önemlisi kendi yolunu bir şekilde buluyor, başarılı oluyor.
Ancak gençliğin çoğu ya parasızlık, cahillik, yanlış arkadaş gibi dertlerin içinde eriyip gidiyor ya da bunların hiçbiri olmayan, her şeye sahip olanlar da bu kez kıymet bilmezliğin, şımarıklığın pençesinden kurtulup ta sağlıklı bireyler olamıyor.
Gençlerin işi gün geçtikçe daha da zorlaşıyor.
Gençler genç olmanın neresinde?
Ekonomi ve siyasetin sürekli birbiriyle sürtüştüğü, ortaya çıkan sonuçların bu sürtüşmenin içinde olmayan insanları etkilediği bir ortamda sağlıklı düşünmek ve karar vermek mümkün mü?
Geleceğe ait kaygıları gün geçtikçe artan, doğduğundan itibaren sadece okula gitmiş olmak için okula gönderilen, hayalindeki şekilde değil, en uygun olanı görerek okuyabilen, özgürlüğü, farklılığı içinde barındırmanın yanlış olduğu öğretilen gençler hayatın neresinde?
Üniversiteyi kazanma telaşı ya da kâbusunun ardından başlayan iş bulma hayali kaç kişinin umutlarını söndürüyor? Kaçının yaşamını yarı yolda kesiyor?
Bugün kaç genç yarınından ve kendinden emin, mutlu, refah bir hayat yaşıyor?
Peki, geride kalanlar?
Onlar kaybettikleri bu güzel yılların hesabını kimlerden sorarak geçirecek ömürlerini?