Dünyanın her köşesinde basın dördüncü kuvvet olarak isimlendirilir. Böyle anılır. Çünkü, devlet, kamu yönetimi ile vatandaşlar halk arasında köprü görevi yaparlar. Anayasa Mahkemesi’nin gazetecilik görevi ile ilgili olarak en taze ve en yeni geçtiğimiz Aralık ayında verdiği kararı sizlerle paylaşacağım.
Nedir bu görev?
Hemen hatırlatalım. Demokratik ülkelerde ülke yönetiminde ilk sırada Yasama gelir. Bunun adı ülkemizde Türkiye Büyük Millet Meclisi. Yasa, kanun yapmaya yetkili kurum.
İkinci sırada Yürütme var. Bakanlar kurulu. Yasamanın aldığı kararlar ve Anayasa’nın, buna bağlı olarak düzenlenen kanunların uygulanmasına yönelik, vatanın ve ülkenin korunması, temsil edilmesi, halkı yaşantısına yönelik kararların uygulanması, ayrıca can ve mal güvenliğinin sağlanması gibi görevleri vardır.
Üçüncü sırada Yargı geliyor. Yargının görevi de Anayasa’ya kanunlara uymayan ve toplum düzenini bozanların cezalandırılması, vatandaşlar arasında meydana gelen uyuşmazlıkların hakem huzurunda çözümlenmesi görevleri vardır.
Dördüncü güç, basındır. Bugünkü ismiyle medya. Kuvvetler ayrılığı böyle şekillenmiş.
Bu durum hiçbir ülkede değişmez. Krallıkla yönetilen ülkelerde bile basın vardır. İktidarı destekleyen basın- medya kuruluşları olduğu gibi muhalefetinde sesi, gözü kulağı olan basın vardır.
Bütün bunlar, kanunlar çerçevesinde ve karşılıklı hoşgörü içinde yapılır.
Basın, kimsenin düşmanı olmadığı gibi, basın mensupları da halkın, gözü, kulağı ve sesi oldukları için görev yaparlar. Kamu ile devlet ile, halk arasındaki iletişimin ana köprüsü basındır. Devlet aldığı bir kararı, uygulamak istediği bir kararı vatandaşlara duyurmak için basını aracı yapar. Mesela, yurt içindeki yatırımlar, yurt dışı temasları vb. konularda devlet, kamu kaynakları yapılan çalışmaların halkın duyması ve bilgi sahibi olabilmesi adına sürekli basın açıklaması yaparlar.
Bunun yanı sıra, basın, halkın gözü, kulağı ve sesi olduğu içinde kamu görevi ifa eder. Bu görevi ifa ederken de bazen devlet kurumlarının, kamu görevlilerinin şikayet ve saldırılarına maruz kalırlar. Bazen de halkın, vatandaşın saldırılarına maruz kalırlar.
Bu durum sürekli yaşanılan olaylar. Türkiye’de Basın Mahkemeleri yok. Bunun içinde çoğu kez, meslektaşlarımız, yazdıkları bir yazı veya TV ekranlarında, radyo mikrofonlarında yaptıkları bir konuşma nedeniyle bu durum işlerine gelmeyen veya iddialara göre yaptıkları yasadışı işler gün yüzüne çıkan bazı kişilerce sürekli Adli yargılama ve ceza kıskacı ile tehdit edilmektedirler. Hırsız, uğursuz takımının yargılandığı mahkemelerde yargılandıkları içinde bazen beraat etmekte bazen de ceza almaktadırlar.
Bu durum, başta Avrupa Birliği olmak üzere, Birleşmiş Milletler ve insan hakları kurulları ile uluslar arası örgütler tarafından eleştiri konusu olmaktadır. Hazır konusu açılmışken, benim de Hukuk Fakültesi bitirme tezim olan Türkiye’de Basın Mahkemeleri Acilen Kurulmalı önerimi tekrarlıyorum. Sizin anlayacağınız, basın mensuplarını, gazetecileri yargılayacak olan Adli görevlilerin en az onlar kadar mesleki bilgi ve tecrübe sahibi olması gerektiğine inanıyorum. Ki, dünyanın pek çok demokratik ülkesinde böyle mahkemeler mevcut.
Bugün 10 Ocak çalışan gazeteciler günü. Bizim meslekte 212 sayılı yasa olarak bilinen kanunun 1962 yılında çıkarıldığı gün. Çalışan gazeteciler günü, gazetecilik görevini icra edenleri onurlandırmak için 1962’den beri 10 Ocak günü düzenlenen ve sadece Türkiye’ye özgü bir kutlama gündür.
1961'de 212 sayılı Fikir İşçileri Kanunu'nun yürürlüğe girdiği 10 Ocak günü, 1962-1971 arasında "Çalışan gazeteciler bayramı" adıyla kutlanmış; 1971 yılındaki askeri darbeden sonra ülkede gazetecilerin bazı haklarının geri alınması üzerine kutlama gününün adı "Çalışan gazeteciler günü" olarak değiştirilmiştir.
Bugün bizim bayramımız sayılır. Ama, meslek içindeki sıkıntılar, iş ve istihdam sorunları, engelleme sorunları vb. gibi pek çok nedenle gazeteciler, görevlerini yaparken objektif kurullara uymaları konusunda sürekli eleştiri kaynağı olması, bayram değil, dert günü gibi algılanıyor.
Bu vesile ile Anayasa Mahkemesi, Basın Kanunu ve yargılamasıyla ilgili olarak geçtiğimiz Aralık ayında aldığı bir kararın özetini sizlerle paylaşmak isterim. Olay, bir gazeteci ile ilçe kaymakamı arasında ve Toki konutları meselesi yüzünden yaşanmış.
Anayasa Mahkemesinden yapılan açıklanan aynen şöyle; Karar tarihi 7 Aralık 2023, dosya numarası : BB 67/23
İddialar; Başvurucu, bir gazetedeki köşe yazılarına istinaden hakkında iftira suçundan hapis cezasına hükmedilmesi nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Mahkemenin Değerlendirmesi
Somut olayda başvurucu; ilçede nüfus müdürlüklerinin evlendirme yetkisi kullandığına, bu yetkinin kanuna aykırı olduğuna ve ilçe kaymakamı olan müştekinin kanuna aykırı bu işlemlere göz yumduğuna, ayıca Toplu Konut İdaresi (TOKİ) ve Şahintepesi projelerinde usulsüz para toplandığına, müştekinin projeleri ihale, pazarlık vs. yöntemleri kullanmadan birtakım kişilere verdiğine, bu hususta ilçede menfaat temin ettiği şeklinde müştekinin adının da geçtiği çeşitli söylentiler olmasına rağmen müştekinin bunlara ses çıkarmadığına ilişkin yazılar yayımlamıştır.
Öncelikli olarak iftira suçunun oluşabilmesi için kendisine hukuka aykırı fiil isnat edilen kişinin bu eylemi işlemediğinin bilinmesi ve bu kişi hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak amacıyla hareket edilmesi gerekir. Bu itibarla suçun basın ve yayın yolu ile gerçekleştirilmesi bakımından failin hakkında asılsız suç isnadında bulunulan mağdurun masum olduğunu ya da isnat edilen fiilin asılsızlığını kesin olarak bilmesi arandığından bu suç özel kasıtla işlenebilir. Zanna ve tahmine dayalı isnatlarda dahi iftira suçu oluşmamaktadır. Şüphe üzerine şikâyet etmek vatandaşın hakkı olduğundan iftira suçunun oluşması için mağdurun suçsuz olduğunu bile bile failin isnatta bulunduğunu açık bir şekilde ortaya koyan kesin delillerin olması gerekir.
Somut olayda ilk derece mahkemesi nüfus müdürlüklerinin evlendirme yetkisine dair düzenlemelerin başvurucu tarafından bilinmemesinin mazeret sayılamayacağından yola çıkmış ve böylelikle iftira suçunun oluştuğu kanaatine varmıştır. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 4. maddesinde yer verilen "Ceza kanunlarını bilmemek mazeret sayılmaz." kuralı, işlenen fiilin suç olduğunun bilinmemesinin failin cezai sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağına ilişkindir.
Öte yandan başvurucu, nüfus müdürlüklerinin evlendirme yetkisinin kanuna aykırı olduğunu düşünmekte ve müştekiyi bu kanunsuzluğa engel olmamakla itham etmektedir. Başvurucunun iddiası, idarenin bir işleminin kanunlara aykırı olduğunu ileri sürmekten ibarettir. Kamu gücünü kullanan organların ve özellikle idarelerin yetkilerinin kanuna uygun olup olmadığının sorgulanmasının olgusal bir iddia olduğunun ve iftira suçuna vücut verdiğinin kabul edilmesi her türlü görevini kanuna uygun olarak yapmak zorunda olan idarenin işlem ve eylemlerinin araştırılmasını, soruşturulmasını, değerlendirilmesini ve bu alanda düşünce üretilerek yayılmasını, basının demokratik bir toplumdaki vazgeçilmez kamusal gözetleyici (watchdog) rolünü oynamasını imkânsız hâle getirecektir.
İlk derece mahkemesi TOKİ ve Şahintepesi projeleri ile ilgili olarak kurumlarla gerekli yazışmaları yaptığını belirtmiş, söz konusu cevap yazılarına göre başvurucunun köşe yazılarında isnat ettiği hususların doğru olmadığı ve böylelikle yine iftira suçunun oluştuğu kanaatine varmıştır. Bununla birlikte ilk derece mahkemesi kararında başvurucunun köşe yazılarında yer alan olay ve olgulara dair somut ve isnatlara özgü bir açıklama yapılmadığı görülmüştür. Başvurucu, Şahintepesi projesinin ihalesiz verilmesinin hukuka uygunluğunu sorgulamakta; müştekinin "Gerger ile ilgili bir TOKİ hesabı bulunmamasına rağmen İstanbul'a gidip TOKİ için para topladığına" dair söylentilerin doğru olup olmadığını araştırmaktadır. Söz konusu yazılar başvurucunun toplumdaki gözetleyici rolünün bir yansımasıdır. Başvurucu, bir gazeteci olarak toplumun sözcülüğünü yapmış ve yüksek sesle dile getirilen söylentileri kışkırtıcı bir üslupla ifade etmiştir. Başvurucunun iddiasının olgusal temelinin ilçede yürütülen projeler olduğu ortadadır. Bununla birlikte projeler hakkında çıkan söylentilerin varlığını bir beyanın doğruluğunu kanıtlayan savcı gibi ispat etmesi başvurucudan beklenemez. Burada sözü edilen araştırma yükümlülüğü somut gerçeklik anlamında değil yayının yapıldığı andaki olayın ortaya çıkma biçimine uygunluk olarak anlaşılmalıdır. Başvurucunun haber kaynaklarının söz konusu iddialar bakımından makul olarak güvenilir olup olmadığı ile doğru ve güvenilir bilgiler sunmak için iyi niyet çerçevesinde çaba gösterip göstermediğini ortaya koyması yeterlidir.
Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen kanunilik ölçütüne ilişkin ilkeler dikkate alındığında kanunda öngörülen normun kapsamına girmediği anlaşılan bir fiilin işlenmesini normun ihlali olarak gören bir yargısal yorumun öngörülebilirlik şartını sağladığı söylenemez. Başvuruya konu yazılar bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucunun dönemin ilçe kaymakamı hakkında idari veya adli bir soruşturma açılmasını hedeflediği ve bu kasıtla hareket ettiği sonucuna varmak aşırı bir yorum olacaktır. Dolayısıyla bir gazeteci olarak başvurucu, kaymakam hakkında bir soruşturma açılmasını değil onun birtakım işlem ve davranışlarının toplum nezdinde sorgulanmasını amaçlamaktadır. Dahası ilk derece mahkemesi; başvurucunun hukuka aykırı fiili işlemediğini bildiği hâlde müştekiye isnat ettiğini de kesin delillere dayalı olarak ve her türlü şüpheden uzak bir biçimde gösterememiştir. Bu bağlamda başvuru konusu müdahalenin Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen kanunilik şartını karşılamadığı sonucuna varılmıştır.
Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine karar vermiştir.
Değerli meslektaşlarım, kıymetli okurlarım, Hukuk her zaman bize de lazım olur düşüncesiyle hareket etmek zorundayız. Bakın, Anayasa Mahkemesi diyor ki; gazeteci bu olayda gözetleyici görevini yapmış, yerine getirmiş. Mesleki görevi zaten bu. Sizin “bana iftira attılar- hakaret ettiler” diye şikayet etmek, adli yargının da bu şekilde düşünüp, Anayasa ve kanunlara aykırı karar vermesi gerekmez.
Bu karar elimizde bulunsun. Malum, seçim dönemi, siyasetçiler yine bizleri her an şikayet edebilirler.