Yaz ayları geldiğinde, ülkemizdeki orman yangınlarından yana oldukça şanssız bir yaşantımız var. Her sene ciğerlerimiz yanıyor. Bizlerde, gerek söndürme çalışmaları, gerek müdahale tartışmaları gerekse “kim neden yaptı?” senaryoları arasında birbirimizi yiyip bitiyoruz.
Türkiye geçen haftayı yine orman yangınları ile geçirdi. Yaz aylarında tatil mevsimi ile beraber orman yangınları sezonunun da açılışı yapılıyor.
Bursa’da Yıldırım Akçağlayan bölgesi, İzmir’de Karşıyaka başta olmak üzere pek çok alanda, Aydın’da, Muğla’da Antalya’da Bolu’da orman yangınlarını yaşadık.
Binlerce dönüm orman alanı kül oldu. Yemyeşil ağaçlarımız çayır çayır yandılar.
Bizler yine günü tartışmalarla geçirdik.
Uçaklar geldi, gelmedi, helikopter çalışmıyor. Yangına müdahale edilmesinde sayı az. Askerler bölgeye sevk edilmedi! Gibisinden pek çok kurgu ve hayal haberlerle anımızı geçirip, TV ekranlarından yanan orman alanlarına bakmak zorunda kaldık.
Aslında, bu durumlara alıştık. Alıştırdılar bizleri. Her yangın veya doğal afet anında, yapılan tartışmalar aynı. Deprem anında yapılan tartışmalar aynı. Hepsinin de albenisi var. Karşılığı var. İnsanlar, sosyal medya ortamlarında yayılan haberlerin doğru olup olmadıklarına dikkat etmeden, anında paylaşım yaparak, olmayan işleri olmuş gibi göstermeyi pek çok sevmeye başladılar.
Yazık bu ülkeye gerçekten yazık.
Vatanını, milletini seven hiç kimse ama kimse herhangi bir ormanın yanmasını bırakın, yoldaki küçük bir çalının bile kopartılıp atılmasına gönlü razı olmuyor. Çünkü, yeryüzünde kesilen her ağaç, doğal afetlerin daha fazla yaşanmasına yol açıyor. Bunu biliyoruz.
Artık, insanların kendi elleriyle kendi kendilerine zarar vermesini bıraktığı günleri yaşamak istiyoruz. Etrafımızdaki beton yığınları, tarım alanlarının işgal edilmesi, konut ve sanayi binalarının yapılıp betonlaşması, doğal dengeye ve doğaya zarar veren bitki örtüsünün yakılıp, yıkılıp yok edilmesini arzu etmiyoruz.
Özellikle turizm bölgelerinde ormanların yakılıp, yerine lüks otellerin yapılmasını istemiyoruz. Siyasetin gücünün çıkar gurupları adına değil halk adına, millet adına kullanılmasını istiyoruz.
Bunun içinde, Orman Kanununda değişik yapılması şart.
Her ne sebeple olursa olsun, ormanda ateş yakıp, yangına sebep olanların cezaları artırılmalı. Bu yetmez. Ormana yakın tarlalardaki anızları yakanların da cezalandırılması gerekli. Hangi tarlada anız yakıldığı zaten çıplak gözle bile görülebiliyor. Etkililer ve yetkililer de o tarlanın kenarından, ötesinden berisinden gelip geçerken durumu görüyorlar. Hemen tarla belirlemesi yapılıp, sahiplerinin cezalandırılmasına gidilmeli ki, bir daha anız yakılmasın.
Maalesef, ülkemizde böyle bir düzen ve uygulama yok. Ben, bugüne kadar da hiç rastlamadım. Ne zaman, anız yakılması nedeniyle büyük orman yangınları, çevre yangınları ortaya çıkarsa, o zaman konu gündeme geliyor. Yangın söndürüldüğünde de saman alevi gibi unutuluyor.
Bu konu göz ardı edilmeden, acilen eksiklik varsa kanun maddesi haline getirilmeli.
Bakın, Orman Genel Müdürlüğü bir istatistik yapmış.
Türkiye'de geçen yıl 1 Ocak-19 Ağustos döneminde bin 419 orman yangını çıkarken, bu yılın aynı döneminde 2 bin 529 yangın kayıtlara geçti. Yine aynı dönem mukayese edildiğinde yanan orman alanı 8 bin 865 hektardan 17 bin 456 hektara yükseldi.
Bu sene, Ağustos ayında bugüne kadar 439 orman yangını çıktı. Ekipler, 4 günde (15-18 Ağustos arası) 109'u orman yangını olmak 247 yangına müdahale etti.
Bu rakamlara baktığımızda ise denetimsizlik veya kontrol eksikliğinden söz edilmesi mümkün olabilir mi?
Bu sorunun cevabını ilgililer halka, millete vermekle yükümlüdür.
Başka bir açıdan olaylara baktığımızda ise orman yangınlarının üç ana sebebi bulunuyor.
Birinci sebep, tarla açılması için ağaçların kesilmesi veya yakılması,
İkinci sebep, otel veya turizm işletme arsası için ormanların yakılması,
Üçüncü sebep, piknikçilerin ateş yakması, sorumsuz bazı tarla sahiplerinin anız yakması, yoldan gelip geçenlerin sigara izmariti atması, ormanlık alanda atılan veya bırakılan camların sıcaktan etkilenip, ateş çıkarmasıyla başlayan yangınlar.
Birde bunun yanında terör örgütlerinin yaptıkları kundaklama nedeniyle çıkarılan orman yangınları var.
Bütün bunların toplamı ve neticesi ise ülkeme ve millete ihanet olarak göze çarpıyor. Artık, kent merkezlerinde imar rantı durdurulmalı. Ormanlık alanların yapılaşma için yakılmasına engel olunmalı.
Devletin elinde, kamu yönetiminin elinde zaten gerekli belgeler var. Birde, dünyanın herhangi bir bölgesine ait belgeleri havadan, teknoloji yardımı ile googleden elde edebilmek mümkün. Bakın, orman yangınlarından önceki ağaçlık alanların durumu, yangın sonrasındaki durumu.
Bunlara ait ülkemiz dahil bazı örneklerin internet sitelerinde dolaşıldığında görüntülenmesi de mümkün.
Ciğerlerimizin yanmasına sebep olanlar ile bu yangın sonrasında kendisine kişisel fayda sağlayanların belirlenmesi artık çok kolay. Eskisi gibi, tanık gerektirmeden, fotoğraflarla ve belgelerle ispatlanması mümkün.
İşte bunun içindir ki Orman Kanunu baştan sona değiştirilmeli. Kişisel keyfiyetten uzak, toplum ve ülke çıkarları göz önünde tutulup yeniden sıfırdan, belki de başka ülkelerin kanunları kopyalanmadan, Türkiye’ye özgü kanun maddeleri yazılmalı.
Kısaca, bizler artık ormanlarımız için ağlayıp, üzülmek, gözyaşı dökmek istemiyoruz. Çünkü, bir orman öyle 5-10 senede oluşmuyor. Yüzlerce senelik ağaçlar var o ormanın içinde.
Bir başka değerlendirmeye baktığımız da ise ülkemizde 17 Ağustos 1999 yılında, Marmara Körfez Depremi oldu. Aynı tarihten tam 25 yıl sonra da Türkiye’nin belki de aynı dönemde yaşanılan en fazla orman yangınlarını yaşadık.
Artık son olsun!