Vurun abalıya
Günlerden bir gün, genç ve güzel bir hanım işyerinde çalışırken amiri onu yanına çağırıp bazı nasihatlerde bulunmuş.
İşyerindeki kılık kıyafetinden tutun da, sokaktaki yürüyüşüne kadar epey hayat dersi vermiş.
Bütün bunları, o kişinin iyi niyetli olarak kendisine anlattığına inanan genç hanım, amirinin söylediklerine uymak uğruna yaşamından bazı kesitleri çıkarmak zorunda kalmış.
Gel zaman, git zaman genç hanımın görev yeri değişmiş.
Yeni amiri, eski amirine göre epey sert mizaçlı ve kızgın birisiymiş.
Onu kızdırmamak, en azından işinden olmamak için bu kez de yeni amirinin isteklerine göre hareketlerini düzenler olmuş.
Bir gün gazetede haber okumuş. İşyerindeki tacizler ve yaşanılan istenmeyen olaylarla ilgili.
Gerisini pek anlatmak istemiyorum. Çünkü, çok yakın zamanda o genç hanımda, gazetelere haber olmuş.
İnsan yaşantısında böylesine önemli, ama toplumda hoş karşılanmayan, hatta yaşadığı olayları en yakınlarına bile anlatamayan binlerce kişi var.
Hepsinin derdi, hep ekmek parası.
Sıkıntıları ise işsiz kalma korkusu.
Bu yaşanılanları ünlü Rus romancı Dostoyevski 1943 yılında kaleme almış.
Vur Abalıya başlığı altında roman yazmış.
İnsanların zaten yaşadıkları büyük bir roman.
Dünyaya gelip, gözlerini açtığımız andan itibaren dertler başlıyor.
Bebeklik, çocukluk, okul hayatı, gençlik dönemi derken bir bakıyorsunuz aile kurmuşuz.
Devran tekrar başa dönmüş.
Bizim yaşadıklarımızı çocuklarımız yaşamaya başlıyor.
Onca gelip geçen seneler içinde, hayatımızda iz bırakan olaylara tanık oluyoruz.
Bursa’yı gözümün önüne getiriyorum.
1980’li yıllardaki bütün ilçeleri dahil nüfusu 350 bin. Bugün 3 milyona yakın.
Bugün sadece Nilüfer ilçesinde 400 bin nüfus var. Osmangazi, ülkemizdeki pek çok ili geride bırakmış. Nüfus sıralamasında Bursa 4. Sırada yer alırken, Osmangazi ilçesi 18. Sırada kendisine yer bulmuş. 81 vilayet oldu dikkate alınırsa, demek ki, Osmangazi ilçemiz Türkiye genelinde pek çok vilayetten bile büyük.
Birde, sorunların çözümlenmesi var.
Özellikle yerel sorunlar.
Başında çarpık ve kaçak yapılaşma geliyor.
Belediyeler çaresiz.
Çünkü, göç sürekli artıyor.
Aileler çaresiz.
Başlarını sokacak güvenli bir liman arıyorlar.
İşte bur çarkın içinde tutunabilen, kendisine yer edinebilen olumlu şartlarda hayatını sürdürüyor.
Ya diğerleri…
Onların da başına olmadık işler gelebiliyor.
Bazen işyerinde, bazen aile içinde.
Küçük yaşta evlilik, kızların kazanç kapısı görülüp başlık parası denilen bir bedelle satılması, ezilmesi, hor görülmesi gibi.
Hatta, Ömer Seyfettin’in romanında yazıldığı gibi aile içinde “kaşık düşmanı” olarak görülebiliyorlar.