İstanbul’da yapılan bir düzenleme çalışması ortalığı bir birine kattı.
Taksim Gezi Parkı’ndaki birkaç tane ağacın yer değiştirilmesi için haklı tepki gösterenlere provakatörler eklendi. Halkın içine sızıp, halkla polisi karşı karşıya getirdi.
Oysa, parktaki ağaçları korumak isteyen normal vatandaşlarımız, burada oturup nöbet tutmaya başlamışlar. Onlara destek olacaklarını söyleyen, bazı siyaset adamlarımız dahil, kendi ideolojik dayatmalarına bahane arayanlar ise aralarına sızıp olayların başlamasına ve büyümesine yol açtılar.
Bakın sonuçta neler oldu?
Bütün Türkiye hafta sonunu diken üstünde geçirdi.
Yaralananlar oldu. İşyerlerine saldırıldı. Belediye otobüsleri başta olmak üzere vatandaşların arabaları yakıldı. Yıkıldı. Orada yapılan direnişleri, eylemleri haber yapmak için bulunan meslektaşlarımızın arabaları devrildi. Camları kırıldı. Parçalandı.Sonra da olayları göstermiyor bahanesiyle medyaya veryansın edildi.
Olaylara karışıp karışmadığına bakılmaksızın binlerce vatandaşlarımız biber gazına maruz kaldı.
Acı bilanço, meydanların boşalmasından sonra ortaya çıktı.
Sadece İstanbul Taksim’de değil, senelerdir hain emellerine vatandaşları ortak etmek için uğraşan bölücüler, başka şehirlerde de yasaları çiğneyip başkaldırı gibi olaylar çıkardı.
Bursa’da da Taksim Gezi Parkı bahanesiyle eylemler ve gösteriler yapıldı. On binlerce halk yürüdü. Sonra, Heykele gelindi. Tam demokratik haklar kullanıldı. Protestolar yapıldı. Bu kentin, bu ülkenin yöneticilerine gerekli mesajlar verildi. Halkın istemi duyuruldu diye düşünürken, halkın arasına sızan, yüzleri maskeli ajan provakatörler Bursa’daki haklı eylem ve gösterilere gölge düşürdü. Durduk yerde vilayet binasına taş atılmaya başlandı.
Neden?
Taksim Gezi Parkı aslında bahane. Yasadışı bir takım eylemler planlayanlar, halkında bu duyarlılığından faydalanıp ortalığı savaş alanına çevirdiler.
Benim tanıdığım hiçbir doğasever, çevre sever ve çevre için mücadele eden insanlar bu tür olaylara pirim vermezler ve katılmazlar.
Onlar, demokratik haklarını kullanırlar. Onların ideolojik beklentileri yoktur.
Onların iktidar kavgası yoktur.
Ama, baktık ki, şu sosyal medya denilen internet ortamında verilen bilgilere, ortalığın daha fazla kan ve gözyaşı dökülmesi için sürekli pompalandığını hissettik. Yazılanlar öylesine kışkırtıcı boyutlara ulaştı ki, insanların eline silahları alıp sokağa çıkıp haykırması hiçten bile değil. Nitekim bazı bölgelerimizde aynen böyle oldu. Hainler emellerine ulaşmak için masum halkı kışkırtmak için ellerinden geleni yaptılar.
Bunlara bazı siyasi guruplarda destek oldu. Bazı meslek odaları da destek verdi. Hatta, telefon numaraları verilip “tıbbi yardım, hukuki destek gibi. Siz eylem yapın, biz sizlerin yanınızdayız. Destek olacağız” sözleriyle halkı galayana getirmeye gayret ettiler.
Peki, sonrasında ne oldu? Bir sürü istenmeyen olaylar. Yazık değil mi?
O biber gazını sıkan polise, o polise taş atan, sopa atan göstericilere, o araçları yakıp, işyerlerini harap eden göstericilere yazık değil mi? O araçlarla belki bu eylemlere katılanlar arasındaki vatandaşlarımız bugün işyerlerine gideceklerdi. Eyleme katılan öğrenciler belki okullarına gideceklerdi.
Ama, yakılıp yıkıldıkları, parçalandıkları için bugün o otobüsler sefere çıkamadılar.
Peki, olaylara karışanları, kışkırtanları bir kenara ayırırsak, masumane ağaç eylemi, yeşil alan eylemi yapan vatandaşlar üzerinden, böylesine bir ayaklanmaya kadar olayları provakite eden kişiler yüzünden biber gazına maruz kalan vatandaşlara yazık değil mi?
Bunları haklı duruma getirmek için mi bu halkın arkasına sığındılar?
Olaylara bakış açıları ve ideolojik düşüncelere göre yaşanılanları değerlendirmek, kişiden kişiye değişiyor. Kimisi, Taksim Gezi Parkı’nda yapılanları gerçekten protesto ediyor. Kimisi ise, bu işten ideolojik çıkar elde etmenin çabasında. Kimileri de kendi düşüncelerini başkalarına tahkim ettirme yarışında.
Bakın, Atatürk Posteri, Türk Bayrağı ve Apo posteri nasıl yan yana gelmiş?
Eylem sahalarında bunları gördük.
Benim Bursa’da protestolara katılan on binler bunu hak etmediler. Çünkü onlar, doğa sevgisi, insan sevgisi, yeşil alan sevgisi ve yapılan yanlışların halkın tepkisini çektiğini gösterilmesi için bu eylem ve yürüyüşlere katıldılar.
Bilselerdi, vilayet binasına taş atılacağını, onlar zaten bu yürüyüşe gelmezlerdi. Bilselerdi yasa dışı bir takım örgütlerin lehine sloganlar atılacağını, onlar zaten bu topluluk içinde yer almazlardı.
Bu konuda ne iktidar yanlısı ne de yasadışı olayları çıkaranların yanlısı olarak yazı yazmak istemiyorum.
Hak ve eşitlik mücadelesi için halkın uyarılması ve gerçeklerin gösterilmesini istiyorum.
İnternet ortamındaki sosyal medyaya yazmışlar. Eylemler 48 saat sürerse, Anayasa Mahkemesi hükümeti görevden uzaklaştırılacak. Sonra eylemler 48 saat devam ederse Avrupa Birliği Türkiye’deki hükümeti düşürecek. Tabi, hükümete ideolojik olarak sıcak bakmayanlar bu tuzağa düştüler gibi geldi. 48 saat geçtikten sonra ne oldu?
Ben, Anayasa Mahkemesi ile ilgili olayı Bursa’da bulunan başbakan yardımcısı Bülent Arınç’a sormuştum. “Delilik bu. Anayasa Mahkemesi’nin böyle bir görevi yoktur. Bunu da herkes bilir” cevabını vermişti. Sonrasında Avrupa birliği senaryosu gündeme getirildi.
Avrupa Birliği’nin de böyle bir görevi yok. Zaten Türkiye Avrupa Birliği’ne üye değil. Yani, ülkemizin iç işlerine müdahale etmesi, hükümetin görevden uzaklaştırılması mümkün değil. Masum halk burada da kandırıldı. Bu senaryolarla meydanların boşaltılması engellenmiş oldu.
Sözün kısası, bazı art niyetli kişiler, Taksim Gezi Parkı eylemini bahane edip ülkemizde bir ayaklanma başlatılmasının kaos yaşatılmasının provasını yaptılar.
Eylemciler için bir şey söylemek istemiyorum. Ama, masum vatandaşlarımız polisin birer gazıyla karınlarını doyurup, tazyikli suyuyla bir güzel duş aldılar.
Deneyimli siyasetçimiz Süleyman Demirel’in 1977 yılındaki Taksim olaylarıyla ilgili olarak yaptığı değerlendirmede dediği gibi, “yollar yürümekle aşınmaz.”
Bu kez yollar aşınmadı ama, tahrip edildi. Kaldırım taşları söküldü. Atık bidonları bile ateşe verilip yakıldı. Tahrip edildi.
Gelelim olayın Bursa tarafına. Bursa’da siz şimdiye kadar Nilüfer ilçesindeki 50-60 civarındaki parkın betonlaşmasına yönelik herhangi bir eylem planlayan marjinal guruplara, ideolojik düşüncesi sol olan kişilere rastladınız mı? Akademik odalar dahil.
Hayır.
Bunun nedeni, Nilüfer ilçesinde veya Bursa’nın başka bir yerinde yeşil alan ve ağaç katliamının olmadığının ispatı mıdır? Hayır, bireysel vatandaşlarımızın gösterdikleri tepkilerin bile basında, medyaya yer almaması için reklam gücünü kullanan bu düşünceyi kınamak yerine desteklemek nedendir? Yada, Nilüfer’deki yeşil alan katliamını görmezden gelip, Taksim Gezi Parkı’ndaki ağaçları bahane ederek eylem yapmak, demokratik hak olmasına rağmen eşitlik midir? Yoksa çifte standart mıdır?
Bunları da unutmayalım. Eylemlerin kişilerin ideolojik yapısı ve bakışına göre değil de halkın çıkarları doğrultusunda olması gerekmiyor mu?