Biz, Türk toplumu olarak karşımızdakileri güçlü
olduğumuzu göstermekten mutluluk duyarız. Hatta,
bazı olayları o kadar abartılı anlatırız ki, bizi dinleyen
sanki, “vay be, bu adam da kimmiş de bizim haberimiz
yokmuş!” gibi düşünceye sevk ederiz.
Bir yanda, çevreci söylemlerin çerçevesine sığınıp
yasadışı illegal örgütlerle bir araya gelerek ayaklanma
başlatılması.
Taksimin işgali,
Gezi Parkı’nın işgali.
İlk önce masumane bulunan eylerler sonrasında.
Yolların yakılıp araçların yakılması, tahrip edilmesi…
Vs olayları yaşadık.
Bu olaylar bana göre bir güç gösterisi ve “bizlerde
varız. Bakın ne kadar güçlüyüz ki, bir kıvılcım
yaktık, bütün ülke ayağa kalktı” mesajının verilmesine
yol açtı.
Halkımız, özellikle iktidar karşıtı görüşte olanlar,
birleşip tencere-tava çalmaya başladı. Yürüyüşler
başladı. Bende bazı yürüyüşleri takip ettim.
Akşam saatlerinde yapılan tencere tava çalmaları
üzerine bazı komşular, “gürültü kirliliği yapılıyor”
iddiasıyla zabıtaya şikayette bulunmuşlar. Bazıları
ise, daha ileriye gidip hangi kamu kuruluşunun bu
konuda yetkili olduğunu öğrendiklerinde, hepsine
telefon etmişler.
Basında, bu olayları sanki dizi film çevriliyormuş
gibi izledik.
Sosyal medya ismi verilen ve sadece basın mensuplarının
değil, ellerinde cep telefonu olan, bilgisayarı
olan herkesin, haberci kesildiği sosyal medyada bilgi
kirliliği yaratıldı. Bazı siyasetçilerimiz, özellikle
vekil sıfatı taşıyanlar bile, hatalı fotoğrafları yayarak,
eylemlerin artmasına ve katılımcıların artmasına
çaba gösterdiler.
Hepsini izledik. Gördük.
Objektif bakan gözlerle bakan vatandaşlarımız, ilk
günlerde destek verdikleri eylemlere sonraki günlerde
katılmayı bıraktılar.
Eylemciler, marjinal örgütler, yani yasalara karşı
yasadışı eylem yapanlar, silaha sarılanlar, ateşe
sarılanlarla polis karşı karşıya geldi.
Yine, bazı siyaset adamlarımız bu olayları masum
vatandaşların polis gücü karşısında ezildiği iddialarıyla
dünya kamuoyuna taşımaya başladı.
Ben, bu olaylarla ilgili daha önce yazmıştım. “Kim
kazandı, kim kaybetti” başlığı altında olayları analiz
ederken, bu işten en fazla zararı Türkiye’nin gördüğünü
ifade etmiştim.Aynı görüşlerimi tekrar ediyorum.
Eylem yapanlarla polis-adalet karşı karşıya
kaldı.
İçinden, yasadışı örgüt militanları ayıklanıyor.
Benim, isteğim, kurunun yanında yaşında yanmaması.
Yani, eylemlere iyi niyetle katılanlarla, bu iyi
niyeti su-i niyete, yani kötü niyete çevirip ortalığı
savaş alanı haline çevirenlerin iyi ayıklanması lazım.
Bu olaylar bize, ileriye dönük dersleri de vermesi
lazım.
Bakın, muhalefet desteklemedim dese bile milletvekilinin
fiili desteğini alan marjinal örgütlerin Taksim
ve Gezi Parkı eylemine karşı iktidar partisi de kent
mitingleri yapmaya başladı. İsmini “milli iradeye
saygı” koydu.
Meydanlar öylesine doldurul ki eylemciler başta
olmak üzere dosta düşmana, “bakın bizler bu ülkenin
insanlarıyız. Bu eylemleri desteklemiyoruz. Ülkemizi
seviyoruz. Üstüne üstlük, eylem yapanların amacının,
çevrecilik ve 3-5 ağaç olmadığını biliyoruz. Bu
kişiler, ülkemizde her fırsatta olay çıkarıp, ortalığı
feryat-figan haline getiren örgütlerdir. Biz, huzur
istiyoruz. Kalabalığı görün, gücümüzü görün. Seçimle
gelen, seçimle gider.” Mesajını verdi.
Geçtiğimiz günlerde bir polis müdürü arkadaşımla
görüşürken, Gezi Parkı olayları ve Bursa’da eylemcilerle
son direnişçilerle ilgili bir analizine tanık
oldum.
“Her ne olay olursa olsun, Bursa’da kadrolu eylemci
gurupları var. İşçi eyleminde de memur eyleminde de
siyasi eylemlerde de aynı kişileri görüyoruz. Biz
onları yakından tanıyoruz. Onlarda polisi. Artık
akraba gibi olduk. Bu nedenle, Bursa’daki eylem ve
protestolar sırasında, bu gurupların ele başlarıyla
görüştük. Pek fazla sıkıntı yaşamadık. Tahriklere
gelmediler. İnşallah Bursa’da da güç gösterisi ve
meydan doldurma tartışmaları yaşanmaz da, huzur ve
güven ortamımız zedelenmez. “
Ne diyelim inşallah.
Baksanıza, kadrolu eylemciler bile türemiş. Demek
ki, işsizlik sıkıntısı yeni bir kadro tahsisine yol açmış