Ülkemizdeki demokrasi anlayışına göre kadın erkek eşitliği pek fazla dikkat çekmiyor. Çoğu zaman kadınlar siyaset işini eşlerine bırakıp kendileri evlerinde oturmayı tercih ediyorlar. Bizim anladığımız kadarıyla, sadece mutfaklarında etliye, sütlüye karışıyorlar. İş politikaya, siyasete gelince pek fazla ilgi alanlarına girmiyor.
Bilindiği üzere Türk kadını 5 Aralık 1934 tarihinde genel seçimlere katılma, milletvekili seçme ve seçilme hakkına kavuşmuş, 1935 yılında ilk kez seçilme hakkını kullanarak TBMM’ne 18 milletvekiliyle girmiştir.
Bunun öncesinde 3 Nisan 1930’da Belediye Kanunu’nun kabul edilmesiyle belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkına kavuşan kadınlar, 26 Ekim 1933’te Köy Kanunu’nda yapılan değişiklikle köy muhtar ve heyetlerine seçilebiliyordu. 77 yıldır Türk kadını seçme ve seçilme hakkını kullanırken dünyadaki tablo ilginçtir: İtalya’da kadınlar 1948’de, Japonya’da 1950’de, Türkiye’nin Medeni Kanun’u aldığı İsviçre’de ise ancak 1971’de seçme ve seçilme hakkını alabilmişler.
Bu tabloya baktığımızda, ulusumuzun kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk kadınına verdiği değeri ve dünyadaki gelişmeleri açıkça görebiliyoruz.
1934 yılında kadınlara tanınan haklar, zaman ve hukuksal açıdan bir atılım ise de, bugün için aynı şeyi söyleyemiyoruz
Adnan Menderes’in başbakanlığı döneminde ve Demokrat Parti iktidarında kadınların mecliste temsilinde dünyada 2. iken 2002 yılında 163. sırada yer bulabilmiştir. 2007 genel seçimlerinde TBMM’de yer alan kadın milletvekili sayısı 48’dir. 2011 seçimlerinde ise bu sayı yüzde 13.06 seviyesine yükselmiş olup şu anda mecliste seçilmiş 78 kadın vekilimiz bulunmaktadır. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) İnsani Gelişim Raporuna göre Türkiye, kadınların politik ve ekonomik hayatta yer almaları bakımından 80 ülke arasında 76. sırada bulunmaktadır.
Türkiye’de devlet memurları içinde kadınların oranı yüzde 33’tür. Ancak bu oran, üst düzey yöneticilik kadrolarına geçildiğinde ise yüzde 9’lara kadar gerilemektedir.
Oysa kadınların kadın olma bilincine sahip, kadın sorunlarından haberdar olarak TBMM’de, sendikalarda, sivil toplum kuruluşlarında yer almaları gerekmektedir. Bunu sağlamaya yönelik olarak toplumsal yaşamda eşitliğe ulaşılıncaya kadar geçici, özel önlem politikaları uygulanmalıdır.
Ülkemiz nüfusunun yüzde 50’sinden fazlası kadınlardan oluşmaktadır. Bu oranlar illere göre değişim göstermektedir. Mesela, Bursa’da kadın nüfusu erkek nüfusuna oranla fazladır.
Fakat kadınlarımız, toplumla iç içe yaşamak, toplumsal sorunlara kafa yormak yerine, bazıları evlerinde oturmayı, eş dost ziyaretleri ve altınlı, paralı günlerle, bazıları ise konken partileriyle zaman geçirmeyi arzu ediyorlar.
STK’lar bünyesinde görev alan kadın sayımız yetersizdir. Siyasi partilerdeki kadın sayılarımız yetersizdir.
Bütün bunlara rağmen, kadınlarımızın toplumu yönlendirmedeki etkileri yüzde 35’lerin üzerinde gösterilmektedir.STK’lara üye olan kadın sayısıyla, yönetici olan kadın sayıları nerede ise bir birine eşit durumdadır. Yani, kadınlar, kendileri bir yerlere gelmek istemedikleri gibi bir kanıya kapılmak istemem ama, ağlamayan bebeğe de meme verilmeyeceği için ortaya çıkan durum ve rakamlar bunu gösteriyor.
Tabi, hem siyasi partilerde hem de STK’lerda, hatta toplumun bütün kesimlerinde başarılı olmuş lider olmuş kadınlarımız da vardır. Bunların cesareti ve başarısı her kadına örnek olmalı.