Yeni yıla merhaba demeye az kaldı. Yılın son haftasındayız ve yeni bir yıl başlayacak. Yeni umutlar, yeni bekleyişler, yenilik çılgınlıkları. Oysaki hayatın, aynı akıp gittiğini yeni yılın ilk günü anlayacağız. İnsanı rahatlatan, psikolojisini okşayan kısa bir aldanış hepsi bu. Ama yine de insana iyi gelen duygular, yaşanmalı ve gerekli. Yeni yılınızı kutlayarak ve bu düşünceleri burada bırakarak son haftalarda çeşitli bilimsel tartışma ortamlarında karşılaştığım bir konuyu ele almak isterim. Osmanlı döneminde başlayan ve Cumhuriyet döneminde de devam eden Türkçülük politikası.
Türkçülük politikası Balkan Savaşları sonrasında aslında sırasında ortaya çıkan devlet politikası olarak uygulanan bir fikir akımıdır. Bu yıl ölümünün 100.yılında andığımız sosyolog bilim insanı Ziya Gökalp’in öncülüğünde düstûrları belirlenen Osmanlı sınırları içerisinde yaşayan tüm vatandaşları içine alan ve Türk kabul eden etnik bir birlik iddiasında olmayan düşünce akımı. Aynı görüş Türkiye Cumhuriyeti’nde de var olmuş ve bu kez de Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşayan tüm vatandaşları içine alan ve Türk adında birleştiren bir düşünce olarak devam etmiştir. Devlet politikası olarak belirlenmiş ve Atatürk ilkelerinden Milliyetçilik ilkesinin de temelini kapsamıştır. Etnik bir kimliğe dayanmaz. Vatandaşı esas alır. Yıllar sonra ırkçı saldırılara maruz kalan Türkçülük ideolojisi kendini ifade edebilmek için Atatürk milliyetçiliği kavramını doğurmuştur.
Ziya Gökalp aynı zamanda İttihat ve Terakki Fırkası’nın da yetkili isimlerinden olup partinin Türkçülük politikasıyla hareket etmesini sağlamıştır. Türkçülük politikasının esas alındığı uygulamalar arasında eğitim sistemi yer almıştır. Eğitim 1913 tarihli İlköğretim Yasası ile yeniden revize edilmiş; maddeleri arasına “Eğitim dili Türkçe”dir ifadesi girmiştir. Bu madde bir devletin bekası açısından bugün de önemi tartışılmaz bir ilkedir. Bu kanundan sonra Osmanlı İmparatorluğu sınırlarında yer alan tüm okullarda eğitim dili Türkçe oluyordu, ama artık bunun için geç kalınmıştı. Eğitim birliği de olmayan ülke vatandaşları arasında ülkü birliği kalmamıştı.
Diğer taraftan aynı tarihlerde isimleri benzeyen başka bir düşünce akımı da konuşulmaya başlamıştı. Enver Paşa’nın önderliğinde gelişen Pantürkizm ya da Turancılık. Bu akım etnik kimliğe dayanmaktaydı. Çünkü hedefi Rusya/Slav idaresinde /etkisinde olan Türkî Devletleri bir bayrak altında toplamak, bir araya getirip bir Türk devleti kurmaktı. Bu akım etnik kimliğe dayalı bir temelle Türkçülük politikasından ayrılıyordu. Zaten devlet politikası olarak benimsenen de Ziya Gökalp’in Türkçülük politikasıydı ki tüm vatandaşları kapsıyordu.
Her iki akımın doğuşunda çeşitli etmenler olduğu gibi ortak bir etki de Türkî Devletlerde yaşayan fikir insanlarıydı. Gaspıralı İsmail Bey, Akçuraoğlu Yusuf, Ahmet Agayef bu aydınlardan birkaçıydı. İstanbul Darülfünunu’nda zaman zaman konferanslar veren bu isimler dilde/fikirde/işte birlik şiarıyla vatan birliğine dikkat çekmekteydiler. Bu birlik bazı kesimlerce etnik birliktelik olarak algılanırken, bazı kesimler düşüncede, ülküde, dilde birlik olarak vatan kavramında birleşiyordu. Ziya Gökalp’in birlik kavramı da vatandaşların düşüncede, ülküde, dilde, kültürde birlik olmasını içermekteydi ki Mustafa Kemal Atatürk de aynı görüşteydi.
Enver Paşa donanımlı bir komutan olmasına rağmen 22 Aralık 1914 tarihinde başlayan Sarıkamış Harekatı’nda askeri şartlardan ziyade Turancılık emeliyle hareket etmiş ve bir felakete yol açmıştı. Bazen fazla ütopik istekler ve emeller insanın duygusal hareket etmesine neden olabiliyor, ne kadar donanımlı bir meslek sahibi olsanız da detayları göremeyebiliyorsunuz. Turancılık politikası kısa bir sürede önemini yitirdi. Ama tüm ulusu içine alan Türkçülük politikası ise yeni kurulan Türkiye Devleti’nin de benimsediği bir düşünce akımı oldu.
“Türkiye Cumhuriyeti’nin takip ettiği “Türkçülük politikası” da, “Ne mutlu Türküm diyene!” ifadesi de etnik kimliğe dayanıyor” gibi yanlış bir yargının bugünlerde ortalıklarda dolaşıyor olması konunun anlaşılmadığını göstermektedir. Turancılık/Pantürkizm kavramlarını Türkçülükle karıştıran bir kesim hatta aydın bir kesim var. Peki diyorum o zaman Türk Kurtuluş Savaşı dersem de siz etnik anlayacaksınız. Ama unutmayın Türk Kurtuluş Savaşı’nda düşmanla mücadele eden Türk, Kürt, Boşnak, Gürcü, Laz, Arnavut, Romen, Alevi, Çerkez,… hatta gayr-ı Müslim vatandaşlar, Ermeni vatandaşlar da vardı. Hepsinin amacı vatanlarını kurtarmaktı, Türkiye’ye sahip çıkmaktı. Buna ne dersiniz? Nasıl bir etnik kimlik bu? Cevap yok!
Çünkü kavrama döneminde bakmak gerekir. Bahsi edilen dönemlerde Türk kelimesi milli bir kavramı değil Anadolu halkını, kaba saba eğitim almamış (dönemin ifadelerinden çıkarımla) Anadolu halkını tanımlıyor. Osmanlı Devleti’nde millet kavramı dinle örtüşüyordu. Hangi millettensin sorusunun cevabı İbrahim milletindenim, Muhammet milletindenim, İslam milletindenim cevaplarıydı. Bu sebeple 1940’lara kadar ulus/millet Türk tanımıyla bir bütün olarak tüm yurttaşları içine alan bir kavram olarak var oldu. Etnik ayrılıklarla (ırkçılıkla) başlayan İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Türkiye’de de ırk/etnik ayrışmalar yaşanmaya başladı. Uzun süre de bu ayrılıkçı söylemler iç ve dış politikada Türkiye’yi zorladı. Bu sebeple tarihi iyi okumak gerekir, döneminde değerlendirmek gerekir diye bir kez daha belirtmek isterim.
Yine eğitimde vazgeçilmez olan Türkiye Cumhuriyeti gibi köklü ve büyük tarihe sahip devletlerde vatandaşlık (yurttaşlık) eğitimi son derece hayatidir. Kozmopolit devletlerde vatandaşları bir araya getirmek, ortak kültür ve dil bağlamında diğer zenginlikleri içeren tarihlerini de öğretmek gerekir. Bunun için toplumsal hafızayı diri tutmak, canlandırmak, ortaklıkların gücünü yaşatmak şarttır. Bu da öncelikle eğitimle kazanılır. Eğitim ve kültür politikaları iyi vatandaşı yaratma ve yaşatma üzerine kurulu olmalıdır. İkinci Meşrutiyet döneminde başlayan vatandaşlık eğitimi, Türkiye Cumhuriyeti’nde de devam etmiş hatta Hasan Âli Yücel’in Milli Eğitim Bakanlığı döneminde bu kez de “iyi insan iyi vatandaş” olgusuyla bilinçli vatandaşlar yaratma düstûruna evrilmiştir. 1962-1963 ders yılından itibaren eğitim programlarında yer alan daha sonra adı Sosyal Bilgiler dersine dönüşen “Toplum ve Ülke İncelemeleri” dersi bilinçli vatandaşı eğitme konusunda oldukça yerindeydi.
Bugün de vatandaşlık eğitimi, bilinçli yurttaşlar olma bağlamında, ülke bütünlüğü ve birliğinin sağlanması anlamında üzerinde dikkatle düşünülmesi ve hassas davranılması gereken bir konudur. Değerlerimizden biri olan kültürel mirasa, tarihe, kültüre sahip çıkan nesiller yetiştirmek için eğitim kurumları, kamu kurum ve kuruluşları, belediyeler, yerel yönetimlerin ilgili birimleri, STK’lar birlikte yürütecekleri projelerle teknolojik gelişmelerin de desteğiyle bu alanı beslemelidir.
Kaynak:
Betül Batır, “Toplum ve Ülke İncelemeleri Dersinin Vatandaşlık Eğitimi Bağlamında Değerlendirilmesi”, Sosyal Bilimler Elektronik Dergisi, 4(7), 2020, 130-158.
Betül Batır, Türk Eğitim Sisteminin Balkan Savaşları’yla Değişen İdeolojisi, 100. Yılında Balkan Savaşları (1912-1913): İhtilaflı Duruşlar, Edit.:Mustafa Türkeş, Ankara: Türk Tarih Kuumu, 2014, s.1135-1148.