Bu yıl Cumhuriyetimizin 101. yılını kutluyoruz. Cumhuriyetle, Cumhuriyetin anlamı ve değerleriyle insanca yaşayabildiğimiz nice yıllara. Cumhuriyet bizim için Türkiye için önemli bir değer. Türkiye’nin yönetim şekli Cumhuriyet’tir ve Cumhuriyet’in pek çok kazanımı olmuştur ülke için. Bu kazanımlar her alanda Türkiye için önemli ve vazgeçilmezdir. Cumhuriyet insanca yaşamak demek, medeniyet demek, özgürlük demek, eşitlik demek, laiklik demek, eğitim hakkı demek, halkçılık demek, adalet demek, hukuk demek, egemenlik demek…
Cumhuriyet kadın hakları konusunda da kazanımlar sağlamıştır. Türk kadınlarının daha önce başlatmış oldukları mücadele Mustafa Kemal Atatürk sayesinde, Cumhuriyet sayesinde hak ettiği mevkiiye kavuşmuştur. Türk kadınları tüm dünyada olduğu gibi insanca ve eşit olarak yaşayabilmenin mücadelesini 19.yy’ın son çeyreğinde başlatmıştı. Bu mücadele bilim ve eğitim ışığıyla başlamış ve olgunlaşmıştı.
Kadınlığın mücadelesine tarihi olarak bakarsak uzun bir serüven olduğunu görürüz. Kendini önce ailesine, sonra çevresine, topluma kanıtlama çabasıyla, kız evladı olarak başladığı mücadelede anne, eş, kardeş, arkadaş, yazar, hemşire, öğretmen, asker, aşçı, terzi, memur, gazeteci, bilim insanı ve nice görevler, sorumluluklar. Tarihte yeniden yükselen kadının değeri ne oldu da günümüzde öldürülecek yok edilecek kadar alçalıyor, değersizleşiyor. Tarih unutmaz! Tarih affetmez! İşte tarih yazıyor, kadının değerini.
Aydınlanma çağının temel dönüşümü olan Fransız ihtilali, “hürriyet, eşitlik, adalet, kardeşlik” kavramlarını dünyaya kazandırmıştı. Değişen dünya yapısı düşüncenin özgürlük alanına evrilmesini sağladı. Özgürlük, milliyetçilik ve ulus devletlerinin yaratılma çabası siyasi ve askeri savaşları beraberinde getirdi.
Özgürlük, eşitlik kavramları sadece erkekler arasında değil artık kadınları da etkileyen kavramlardı. Kadınlar da özgür olmak, eşit olmak istiyorlardı. Birleşik Krallık ve Amerika’da süfrajet hareketiyle kadınlar siyasi haklar elde etmek, parlamentoya girmek istediler.
Türk tarihine bakıldığında Osmanlı Devleti’nde Tanzimat’la birlikte başlayan eğitim hareketleri ve eğitimde modernleşme çalışmaları meyvesini vermişti. Hanımlar, Türk kadınları özüne dönüyordu. Türk kadınları, eski Türk tarihindeki özgürlüğünü, eşitliğini, söz haklarının olmasını isteyecekler ve mücadeleleriyle elde edeceklerdi. Bunun için eğitim gerekliydi, birlik gerekliydi, duyurmak, yaymak, konuşmak, yazmak gerekliydi. Türk kadını Osmanlı Devleti’nin son çeyreğinde bu mücadeleyi başlattı.
Kızlar ilköğretimle başladıkları eğitim hayatına, ortaokul, lise ve nihayet 1900 yılında açılan Darülfununla, üniversiteleşen devlette 1914’de İnas Darülfünunu ile yükseköğretim hakkını elde etti. Bu, birçok Avrupa ülkesinden önce kazanılmış bir haktı. Örneğin 1900’lü yılların başında radyoaktivite konularında araştırma yapan Lise Meitner’in, Berlin Üniversitesi’ndeki laboratuvarlara kadın olduğu için erişimi yasaktı. Meitner, Radyokimya laboratuvarına dönüştürülen mahzende gizlice sürdürdüğü çalışmalarını ilerletmiş ve 1926 yılında Berlin Üniversitesi’nde ilk kadın profesör olarak tarihe geçmişti.
Osmanlı Devleti’nde aydın kişiler kızlarına özel dersler verdirmek suretiyle kızlarını eğitimli hale getiriyordu. Onlar çağın değiştiğinin farkındaydı. Tanzimat aydınlarından Ahmet Cevdet Paşa kızlarına özel dersler verdirmek suretiyle onları ilim alanında öncü kadınlar olarak yetiştirmişti. Emine Semiyye edebiyat alanında eserler vermişken; diğer kızı Fatma Aliye İslâm alimi olarak İslamiyet’te kadının yerini ele alan yazılar kaleme alıyordu. Dönemin aydınları kadınların da eğitim almasını destekliyordu. Tanzimat döneminin öncü aydınlarından Münif Paşa, Maarif Nazırlığı döneminde kız idadisini açarak kızların eğitimini lise düzeyine getirmişti. Kızların meslek sahibi olmasını destekleyen bir görüşle 1870 yılında Darülmuallimat açılarak kızların öğretmen olması destekleniyordu. Kadınlar böylece toplum hayatında, çalışma hayatında var olmaya başlıyordu.
Kadın aslında taşrada özellikle köy hayatında vardı. Burada erkek ile kadın tarlada, bağda, bahçede; nadir de olsa eğlence hayatında da vardı. Birlikte çalışıyor, üretiyordu. Üretme işi, meslekleşme kadın ve erkeği insan kavramında birleştirebiliyordu. O halde önce birlikte yaşamak, birlikte üretmek bilinci yerleşmeliydi.
Eğitim alan kadın toplumda erkekle aynı olanaklara sahip olmak istemeye başladı. Bunun doğal hakkı olduğunu öğrendi, fark etti. Yaşam hakkı, var olma hakkı. Osmanlı Devleti 1876’da parlamenter yapıya geçti. Parlamenter yapının dünyadaki örneği ve özellikle Osmanlı için rol model olan İngiltere’de kadınlar siyasi hak elde etmenin mücadelesine başlamıştı. Türk kadınlarının ise siyasi bir arayışı yoktu başlangıçta.
Osmanlı Devleti’nde başlayan parlamenter yapı, kısa süre sonra (93 Harbi gerekçe gösterilerek) fesh edilmiş ve 1908’de otuz yıl aradan sonra yeniden parlamenter yapıya geçilmişti. İstibdat dönemi kapanmış ve hürriyet başlamıştı. Her alanda özgürlük arayışları, hürriyet-eşitlik içerikli yazılar sansürsüz gazete ve dergilerde yerlerini almıştı. Sendikalaşma, derneklerin açılışı, partilerin kurulması yaşanan özgürlük havasının ürünleriydi. Bir taraftan savaşlarla boğuşan Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı ile adeta yok olmanın eşiğine gelmişti.
Savaşlarla geçen bu uzun dönemde kadınlar toplum hayatında var olduğu gibi çalışma hayatının da içine girmişti. Kadın işçiler, öğretmenler, memurlar, hemşire, hastabakıcı, cephe de ya da cephe gerisinde hizmet vermekteydi. Bu dönemde “Kadınları Çalıştırma Sendikası” kurulmuştu. Bu sendikanın amacı kadınların özlük haklarını tespit etmek ve korumaktı.
Diğer taraftan kadın hakları konuşulmaya başlamıştı. Darülfünunda verilen dersler arasında kadın hakları tartışılıyordu. Yurtdışından ve yurtiçinden çağrılan bilim insanları buralarda kadın hakları konusunda konferanslar veriyordu. Kadın hakları konuşuluyor, tartışılıyor, kadınlar örgütleniyordu. Ancak Türk kadınları siyasi haktan önce yaşam hakkı istiyordu. Toplumda var olmak öncelikliydi. Yardım cemiyetleri ile başlayan örgütlenmelerinin misyonu sosyal içerik taşımaktaydı, siyasi gayeleri yoktu.
Mondros Ateşkesi’nden sonra başlayan işgallere tepki olarak düzenlenen mitinglerde kadınlar kürsülerde hatip olarak konuşmalar yapıyordu. İstanbul Sultanahmet’te Halide Edip Hanım (Adıvar), Erzurum’da Nakiye Hanım (Elgün) halkın karşısında kürsüde nutuk veren kadınlardı.
Milli Mücadelede kadınlar aktif görev aldılar. Ülkenin kurtuluşunda erkeklerle birlikte vatanlarını kurtarmak için ayakta kalma mücadelesi verdiler. Orduda askerlik yaptılar. Ülkenin kurtuluşunda hizmet etmişti kadınlar. Mustafa Kemal Atatürk kadınların mücadelesini biliyor ve görüyordu. Hatta örnek Türk kadını olarak gördüğü Latife Hanımla evlenecekti.
Askeri başarı Mudanya Ateşkesi’nin imzalanmasıyla tamamlanmış ve siyasi başarı da Lozan Barış Antlaşması’yla gerçekleşmişti. Sıra inkılâpların yapılmasındaydı. Lozan Barış Konferansı öncesinde ilk inkılâplardan biri Saltanatın kaldırılması oldu. Bu devrim Cumhuriyet’in ilanına bir adım daha yaklaştırdı Türkiye’yi. Ardından 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyet ilan edildi. Amasya Tamiminde belirtilen ve TBMM’nin açılmasıyla yasalaşan “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” esası Cumhuriyet’in ilanıyla adı konmamış yönetime isminin verilmesiydi. Milletin egemenliğine dayanan yönetim şeklinin adıydı Cumhuriyet. Peki egemenliği elinde tutan bu milletin içinde kadın var mıydı varsa hangi haklara sahipti?
Kadınlar Milli Mücadelenin kazanılmasının ardından bir birlik altında örgütlendiler. Kadınlar Halk Fırkasını kurdular. Üstelik daha Halk Fırkası bile kurulmadan. Parti adını taşıyan bu cemiyet çeşitli şekilde eleştirilere maruz kalınca kendini feshederek 7 Şubat 1924 yılında Nezihe Muhiddin önderliğinde Türk Kadın Birliğini kurdu. Bu birlik yardımlaşma cemiyeti olarak kurulmuştu. Çeşitli toplantılar, konferanslar, yardımlaşma faaliyetleri yaparak üye sayılarını artırdılar.
Mustafa Kemal Atatürk ilerlemenin, kalkınmanın, çağdaşlaşmanın erkek ve kadın eşit şekilde birlikte olmasını istemekteydi. Bu sebeple kadınların da erkekler gibi haklarının olmasını destekliyordu. Önce eğitim haklarını genişleterek kadınların eğitim almalarını destekledi. Kadınların, çeşitli alanlarda meslek sahibi olmalarını, Türkiye Cumhuriyeti’nde öncü kadınlar yaratılmasını istedi. Cumhuriyet kadınları olarak örnek kadınlar arasında Afet İnan, Sabiha Gökçen ..bu öncü isimlerden birkaçıydı.
Cumhuriyet egemenlik hakkı getiriyordu. Kadınların yönetimde egemenlik hakkını kullanması seçme ve seçilme hakkını elde etmesiyle sağlanabilirdi. Bunun için büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk kadınlara 1930 yılında yerel seçimlerde seçme ve seçilme hakkının tanınmasını sağladı. İlk muhtar, belediye başkanı kadınlar iş başındaydı artık Türkiye’de. Kadın, Türk kadını artık bir vatandaş olarak kabul edilmişti, vatandaşlık hakkı olan seçim hakkını kullanmıştı. Genel seçimler yaklaşırken de 1934 yılında Türk kadınına genel seçimlerde seçme ve seçilme hakkı tanındı. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Türk kadını artık meclisteydi. TBMM’de 1935 yılında 18 milletvekili kadın seçilmişti. Mustafa Kemal Atatürk "Kızlarımızın vatan ve milletin yüksek menfaatlerini savunup koruyabilecek kabiliyette yetiştirilmesi milli eğitimde esas tutulmalıdır. Ve kız çocuklarımıza entelektüel yetkinlik kazandırılması elzemdir. Türk kadınının esasen dehaya sahip olduğuna şüphe yoktur. Türk kadınları memleketin kaderini millet namına idare eden siyasi zümreye dahil olmak arzusunu belirtmiştir. Dolayısıyla kadınlarımızı hiçbir vatandaşlık vazifesinden uzak tutamayız. Çünkü hakların tümü vazifelerden doğar." diyordu. Mücadele ettikleri, hak ettikleri, uğruna savaş verdikleri siyasi haklarını Türk kadınları yüce önder Mustafa Kemal Atatürk’ün desteğiyle elde etmiştir.
Türk kadınları Ata’ya minnetlerini bugün de aynı kalbi hislerle taşımaktadırlar. 1930’lu yıllara geri dönersek seçme ve seçilme hakkını elde eden Türk kadınları büyük gösterilerle mitingler düzenleyerek Atatürk’e teşekkür ve minnetlerini beyan etmişlerdir. Türk Kadın Birliği cemiyeti adına Sultanahmet’te düzenlenen miting bunlardan biridir. Bu hak ediş batı dünyasındaki kadınların dahi gıpta ile izlediği bir olaydı. İstanbul’da düzenlenen 1935 tarihli Uluslararası Kadınlar Birliği Kongresi’nde doğu ve batı kadınlarına örnek olan Türk kadınları ibretle gösterilecekti. Mustafa Kemal Atatürk tüm kadınlar tarafından özellikle doğu coğrafyasının kadınları olarak Ataşark olarak isimlendirilecekti. Mısırlı milliyetçi- feminist lider Hüda Şaravi Mustafa Kemal Atatürk için “Türkler size Atatürk yani Türklerin babası ismini verdiler. Ben size “Ataşark” yani Şarkın Babası” demek istiyorum” diyecekti.
Bu yıllardan 100 yıl sonrasına gelindiğinde son zamanlarda yaşadığımız kadınlarla, kız çocuklarıyla ilgili olaylar kanımızı donduran haberler olarak tarihimize ve bize yakışmamakta. Dehşetle izlediğimiz bu olaylar bizi kahretmekte. İnsanlık dışı bir vahşete ne zaman dur denilecek ve bu vahşiler ne zaman ıslah edilecek? Yakın tarihimize bir göz atarsak zaman zaman Cumhuriyet’in değerlerinden kopmalar, uzaklaşmalar yaşandığı görülmektedir. Tabi bu yaşanan olaylarda bu etki büyük bir yer kaplarken, diğer bir etki de toplumsal çöküntüdür. Değişen sosyolojik yapı, göçler, ekonomi ve diğer faktörler bu vahşi olaylarda etkilidir. Ama bu olaylara en büyük etken Cumhuriyet değerlerinden uzaklaşmaktır. İlkellik, bağnazlık, kokuşmuşluk, cahillik, ahlâk-vicdan yoksunluğu ve birçok çirkinlik… Cumhuriyet kazanımları demiştik: özgürlük, adalet, kardeşlik, hukuk, eğitim, laiklik, demokrasi, eşitlik, bağımsızlık… hepsinin ulaşacağı nokta insanca yaşamak. Cumhuriyet insanca yaşamaktır, kadınıyla, erkeğiyle, çocuğuyla, genciyle, yaşlısıyla ayrışarak değil bir bütün olarak insanıyla, can dostlarıyla (hayvan-bitki-doğa) birlikte yaşamak nefes almaktır Cumhuriyet.
Yaşasın, var olsun, ilelebet payidar kalsın Türkiye Cumhuriyeti!
Tebrikler çok harika
Tebrik ediyorum. Çok güzel.