Sonbaharın tadı derler ama bana kalırsa hüznü daha fazladır sevgili hanımlar…
Hani her fırsatta yaşanılan mutluluğu kaybetmek kolaydır da, acı yanımıza hep kar kalandır. Her dakika yanı başımızda durur… Mutlu olmaya ulaşmayı değil, kolaya kaçıp acıyı seçeriz biz. Hayatın her metrekaresinde sevinç vardır ancak biz yine de uçtan duran acılara sarılırız…
Aslında sevgili dostlar, bu yazıyı yazmamdaki en önemli etmen klasik bir sonbahar yazısıdır. Elimde kahvem, puslu bir sonbahar gününde içimde kopan fırtınaları dindirmek için klavyenin başına oturdum. Aklımdan geçerken gençlik günlerim, ilk aşkıma yazdığım şiirler gelirdi. Çocuksu, masum ve resmet taze şefkat kokardı. Adını andığım zaman içim kıprarken, midemde uçuşan kelebekler, Kelebek Vadisi’nde dahi bulunamazdı…
Ne zaman bir gitar sesi duysam hep içim gıcıklanır. Çokça erkek beni tavlamak için eline almıştır gitarı, ancak nice sonradan çıkan ‘insansız’lıklar yüzünden bestelerim yetim kaldı.
Bir sonbahar buğusu yazmak istedim size bu hafta. Pembe Pusula’nın önümüze saçtığı güzel elektriği karartmak değil elbette… Hemen her yazımın öznesi oldu sevgi… Günümüzde sahip çıkılası, arkasında durulası hem cinsim de az erkek de…
Her gün cinayet haberlerini okurken gazetede alışkanlık haline getirmemek için adeta savaş halindeyim. Bu ne zaman biteceği bilinmeyen vahşeti durduracak bir kelepçe henüz yok. Nice elektroşoklar verseniz, vicdanlarda ‘şok’ etkisi yaratacak bir hamle gelmediği sürece birçok Fatma, Ayşe, Zeynepler’i şık kostümünde değil kefen bezinde görürüz…
Sevgili dostlar sonbahar birazcık da hazandır ya hep… Bıyık altından gülme, bir palyaço gülümsemesinin ardındaki gözyaşıdır. Sevgiyi unutmadan yaşamaktır, ömür takvimimizden yaprak koparırken her gün…
Mutluluğu ve cesarete sarılmaktır sonbahar… Güneşli günlere uyanacağını bilmektir… Sabırdır…
Zira her sonbaharın ardı kış onun da arkası ilkbahardır…