Hüzün günüymüş, anlattı
Uzun uzun dinledim telefonda, kapatmak gelmedi içimden… Dertleştik…
İnsan sadece şen şakrak zamanında değil, mendil zamanında da yanında olabilmeli sırdaşının dedim…
Zaten doluydu, sağanak gibi aktı gözlerinden yaşlar… İçim burkuldu ama anlatmalıydı
Dinledim, uzun uzun… Saatler saatleri kovaladı telefonda
Aslında vaktim yoktu ama beni kaya gibi gören bir sırdaşın arkasından yuvarlanamazdım…
Dinledim, uzun uzun… Ben dinledim o anlattı…
Efkar saatindeydi, yelkovanla akrep…
İçebildiği bir bardak suydu, onda da fırtınalar kopuyordu…
Kocaman bir boşluğa girdiğini söyledi, 3-4 cümle kuruyordu…
Yüklemlerinde pişmanlık, ızdırap, hüzün ve hıçkırık vardı…
Hiç durmadan saatlerce anlattı, o anlattıkça ben de düşünmeye başladım…
Kendi yaşımdan önce geriye sardım kaseti… Kasetin çoğu boşluklu muydu, dolduramamış mıydım acaba, doldurulamayacak mıydı asla…
‘Bomboş yaşıyorum hayatımı’ dedi…
Amaçsız, çıkarsız, umutsuz…
Görünmeyen bir el gizliden gizliye çelme takıyordu kendisine…
Her dakika zindandan kaçma planları yapan müebbet bekçisi gibi duvar ve ben baş başa diyerek…
Duydukları değil ama yaşadıklarıydı gücüne giden…
“Sınav” dedi, ahireti işaret ederek…
Düştüm, acıdım, yandım…
Yanmaya da devam edeceğim…
Hangi ağaca tutunsam, dal elimde kalıyor
Gözyaşları sel oldu yine…
“Boşa geçiyor” dedi…
Hayatı her dakika keyifle yaşamak isterken, afakanlar ayrılmıyor baş ucumdan…
Çaresiz dinledim telefonda
‘Hayat’ dedi… ‘Hayat’ dedim…
Uzun uzun ağladı, dinledim…
Telefonu kapattık, kendimi de dinledim…
Bu hayatın içini neyle doldurdum
Neyle dolduracağımdı derdim…