Türkiye ekonomisinin en canlı damarını şüphesiz KOBİ’ler oluşturuyor. İstatistikler de bunu açıkça ortaya koyuyor: İşletmelerin neredeyse %99’u KOBİ. Üretimden istihdama, yerel kalkınmadan toplumsal dengeye kadar hayatımızın her alanında onların emeği var.
Ne var ki bu yapıların çoğu, özellikle de aile şirketleri, zorlu bir döngüyle karşı karşıya. Genç, deneyimsiz bir çalışanı işe alıyorlar; sabırla yetiştiriyor, meslek ve sorumluluk kazandırıyorlar. Bir süre sonra o genç, daha iyi imkanlar sunan büyük ölçekli işletmelere yöneliyor. Burada kimse haksız değil: Genç, geleceğini güvence altına almak istiyor; büyük işletmeler risksiz bir şekilde deneyimli çalışan kazanıyor; KOBİ ise emek verdiği kişiyi tam verim alacağı anda kaybetmenin sıkıntısını yaşıyor.
Sonuçta tablo, iki taraf için de sancılı oluyor. Çalışan, köklerinden kopmanın tedirginliğini yaşarken; KOBİ, hem iş gücü kaybıyla hem de duygusal bir kırgınlıkla baş başa kalıyor.
Dengenin Hep KOBİ’lerin Aleyhine İşlemesi
Büyük şirketlerin gözünden bakıldığında, hazır yetişmiş insan kaynağını devralmak akıllıca bir stratejidir. Çalışanın gözünden bakıldığında ise, kariyerinde ilerlemek ve geleceğini inşa etmek için daha iyi koşullar aramak son derece anlaşılırdır. Kimse, emeğinin karşılığını daha iyi alacağı bir fırsatı geri çevirmez. Asıl mesele, bu doğal tercihler zincirinin, sistematik olarak hep KOBİ’lerin aleyhine sonuç doğurmasıdır.
Oysa bir KOBİ, çalışanına sadece maaş ödeyen bir işveren değildir. O, aynı zamanda bir okul, bir usta-çırak ocağı, hayata hazırlayan bir atölyedir. Genç çalışanına yalnızca iş değil; sorumluluk, inisiyatif, çok yönlülük ve özgüven kazandırır. Ne var ki bu katkının karşılığı çoğu zaman “görünmez zarar” olarak KOBİ’nin hanesine yazılır. Çünkü emek verip yoğurduğu insan, tam da meyve verecek hale geldiğinde, ellerinden kayıp gider.
Aile İşletmeleri İçin Çifte Kayıp
Bu durum, aile işletmeleri için sadece bir “iş gücü kaybı” anlamına gelmez. Onlar için bu, aynı zamanda bir “aile ferdini” kaybetmektir. Yaşanan, sadece sayısal bir göç değil; duygusal bir kırgınlık ve güven kaybıdır. Bu nedenle birçok aile işletmesinin geleceği, yalnızca pazar rekabetine değil, aynı zamanda yeteneklerini elde tutma becerisine de bağlıdır.
Çözüm Nerede Saklı?
Çalışanı suçlamak çözüm değil. Büyük şirketlerin insan kaynağı politikalarını engellemek de gerçekçi değil. Asıl mesele, KOBİ’lerin kendi cazibe merkezlerini yaratabilmesinde yatıyor. Çalışana yalnızca maaş değil; aidiyet duygusu, şeffaf bir kariyer yolu, gelişim fırsatları ve değerli hissettiren bir ortam sunabilen KOBİ, genç yetenekleri daha uzun süre yanında tutabilir.
Devlet politikalarının da bu dönüşümü desteklemesi, KOBİ’lerin insan kaynağı yükünü hafifletecek düzenlemelerle onları güçlendirmesi elzem. Çünkü bir KOBİ’nin kaybettiği her nitelikli genç, aslında Türkiye’nin üretim ekosisteminden kopan bir parçadır.
Gençleri Yetiştirmek Kadar Tutmak da Bir Sanat
KOBİ’ler onlarca yıldır bu ülkenin görünmez üniversiteleri gibi çalıştı. Onları ayakta tutmak ve bu döngüyü kırmak sadece onların değil, hepimizin meselesi. Çünkü bu ocaklar sönerse kaybolacak olan sadece işletmeler olmayacak; üretim zincirimiz, girişimcilik ruhumuz ve nesiller arası birikim de yara alacak.
Belki de artık şu gerçeği kabul etmenin zamanı geldi: Gençleri yetiştirmek bir sanat olduğu kadar, onları anlamak, değer vermek ve tutabilmek de en az o kadar büyük bir ustalık işidir.

















