İnsanın en temel ihtiyacı hareket etmektir. Medeniyetler içerisinde var olabilmek, ihtiyaçlarını karşılamak ve korunmak, güvende olabilmek için birinci önceliğidir.
Kendini var edebilmesi, fiziksel ve ruhsal olarak tam ve bütün olması, mutlu olması buna bağlıdır.
Milyonlarca yıl önce atalarımız dört uzvuyla yer değiştiriyordu. Ağaç dallarında yaşamak, korunmak, düşmemek için anatomileri buna göre adapte olmuştu, uyum göstermişti. Yaklaşık 5 milyon yıldır ise insanoğlu 2 uzvu üzerinde yer değiştiriyor, hareket ediyor. Artık ağaç dallarına tutunmak için geliştirdiği adaptasyon mekanizmalarına ihtiyacı yok. Ama evrim, değişim bir anda olmuyor. Beş milyon yıl bir insan ömrü için akıl almaz derecede, karşılaştırılamaz derecede uzun olsa da, evrimin hızı bu şekilde işlemiyor.
Bu konuda araştırma yapan bilim adamlarına göre insanoğlu yeryüzündeki en gelişmiş ve zeki canlı olsa da, deve kuşu 2 uzuv üzerinde hareket etmek konusunda homo sapiensten daha ileride… çünkü deve kuşu 230 milyon yıldır, dinazorların yaşlarına denk bir süre boyunca, 2 uzuv üzerinde yer değiştiriyor.
İnsan vücudunda 206 kemik var. Bu kemiklerin 26 tanesi bir ayakta yer alıyor. Her iki ayağı düşünürsek yani 52 kemik; homo sapiensin tüm vücudunda yer alan kemiklerin dörtte biri ayak bölgesinde, dikkat edin lütfen alt uzuvlarda değil, her iki ayak bölgesinde yer alıyor.
Bunun elbette bir sebebi var. Beş milyon yıl öncesinden kalma bir alışkanlık, ağaçlarda dolaşmaktan kalma bir ayrıntı. Yaşamak ve yiyecek bulmak için ağaçları habitat olarak kullanan atalarımız, düşmemek, dallara daha iyi tutunabilmek için bu şekilde bir adaptasyon, uyum mekanizması geliştirmiş. Böylelikle de yiyecek bularak, korunarak, düşmeden hayatta kalmayı başarabilmiş ve yeryüzünün en gelişmiş ve zeki canlılarına dönüşebilmişlerdir. Fakat bu gün evrimin bu noktasında, 2 uzuv üzerinde yer değiştirirken ayakta bu kadar çok sayıda kemik ve buna bağlı olarak çok sayıda (33 adet) eklem bulunması; yürürken ayağın içe ya da dışa dönmesine, yay yapısının çökmesine neden olabilmektedir. Tüm bu anatomik yapı, ayak bileği travmaları ve ayak hastalıklarının gelişiminde rol oynamaktadır.
Devekuşunun hikayesini eksik bırakmayalım. Neden 2 uzuv üzerinde yer değiştirmekte bu kadar başarılı? Bu kuşun ayak bilekleri ve alt bacak kemikleri, tek yapı oluşturacak şekilde birbirine kaynamış, adımlarını daha güçlendirmiş. Ayaklarında 2 adet parmak var ve koşmak için yeterli. İnsanlar kadar bel ağrısından şikayetçi değil. Veterinerlere sormak gerekir ama ortopedi polikliniklerine gelen homo sapiensler kadar “bel ağrısı” şikayetiyle veterinerleri ziyaret ettiğini sanmıyorum.
Buraya kadar adaptasyon sürecimizde, beyin gelişiminin en üst düzeyde olduğu fakat iskelet sisteminde bu kadar başarılı olmadığımızı ortaya koyduk. Mesleki deneyimlerime göre ortopedi polikliniğine gelen en sık şikayet bel ağrısı. Evrim devam ediyor ama bu milyonlarca yıllık süreçte bize faturası bel ağrısı. Bu süreci inceleyen bilim adamlarına göre omurgamız bizi 40-50 yıl taşıyor, sonrası tek başımızayız, şansa kalmış…
Bu iddialarına, şehirleşmenin sonucu sedanter hayat, bilgisayar, cep telefonları ve televizyon karşısında geçen hareketsiz hayat eklenince, homo sapienslerin hayatı omurga hastalık ve rahatsızlıklarına mahkum görünüyor.
Bu kadar şikayeti olan homo sapienslerin tanı alma ve tedavilerinin belirlenme süreci de evrim kadar karışık ve başarısını tartışabiliriz. Bel ağrısı yaşamayan insan yoktur. Daha hastaneye başvurmadan önce tanı hasta ve yakınları tarafından “bel fıtığı” olarak konulur. Hastane süreci başlar. İyi bir anamnez, hasta sorgulanması ve fizik muayeneyle hastanın fıtığı olup olmadığı, hatta cerrahiye ihtiyacı olup olmadığı bile belirlenebilir. Fakat iyileşmenin ilk basamağı “emar” çektirmektir, MRG (manyetik rezonans görüntüleme) adı üzerinde bir görüntüleme yöntemi olsa da… Son dönemde alt yapısı tam olarak hazırlanamadığı halde ülkemizde doktorlar, sınırları tam çizilememiş bir medikolegal sorumluluk altında olduklarından, tanılarını ispatlamak durumunda hissediyorlar ve görüntüleme ve tanı yöntemlerine haklı olarak daha sıkça başvuruyorlar. Teknoloji bu kadar ilerlemişken elimizdeki imkanları, doğru tanı için kullanmak yolunda doktor ve hastalar yine haklı, olarak ayrıca isteklidirler.
Sıra “emar” sonucunu değerlendirmeye geldi. Doktor beklenirken rapor okunur. Latince, İngilizce karışımı terimler anlamlandırılmaya çalışılır. Bazı cümleler niyeyse bold, koyu yazılmıştır, yoksa kötü bir şey mi demektir? Aslında bu bulguların bir kısmı şikayeti olmayan insanların da MRG’ lerinde gözlemlenebilecek kişisel farklılıklar ya da dejenerasyon, yıpranma, yaşlanma bulgularıdır. Yine de kaç tane fıtığımız olduğu, madalya sayısı gibi gurur kaynağımızdır…
Bel şikayetlerinin tanısında şimdiye kadar anlattığım kaotik ortam ne yazık ki tedavi bölümüne geçtiğimizde de devam etmektedir.
Cerrahiden her zaman kaçınılır. Tabi ki insanların vücut bütünlüklerinin bozulmasını istememeleri, cerrahinin risklerini almakta gönüllü olmamaları çok anlaşılır ve insanca bir tepkidir. Hayatı tehdit eden ya da yaşam kalitesini, ıstırapla yaşayacak kadar düşüren durumlarda, cerrahiyi daha ussal değerlendirmek homo sapiensin faydasına olacaktır.
Rehabilitasyon önerileri, ünlü ‘şehir insanının kısıtlı zamanı’ bahanesi nedeniyle cevapsız kalır. Fiziğe kışın gitmemek gerekir, sıcak, terli çıkınca soğuk havada daha kötü olursun… Yazın sıcağında dayanılmaz… Önceleri iyi gelir ama sonra aynı şekilde tekrarlar… Homo sapiensin tedaviye direnç mekanizmalarından en popüler örnekler bunlardır.
Tabi ki uzun mesai saatleri içerisinde çalışan insanların, yine mesaiyle çalışan fizik tedavi ve rehabilitasyon merkezinden uzun süreli bir tedavi alması pek mümkün değildir. İş yerlerinden, haftalarca sürecek uzun bir tedavi için mesainin önemli bir bölümünü kapsayacak şekilde izin talep etmek düşünülemez bile… üstlerine hesap verecek yöneticilerin yüzleri düşüverir.
Aslında rehabilitasyonda amaç masa başı ve televizyon karşısında kullanılmayan, tembelleştirilen kasların, asıl görevlerini yaptırıp, kasılmalarını sağlayıp, çalıştırarak güçlendirmektir. Bu kaslar çalışıp, güçlendikçe, bozulmuş, kamburu çıkmış vücut duruşumuz düzelir. Yanlış durmaktan kaynaklanan, iskelet sisteminin aşırı yüke maruz kalması azalınca omurga sistemi rahatlar, ağrı ve şikayetler azalır. Halk arasında ‘fizik’ denilen ‘rehabilitasyon ve egzersiz, güçlendirme’ tedavisinin amaç ve görevi budur, yaz-kışla bir ilgisi yoktur.
Son yıllarda bütün şikayet ve hastalıklarda bütüncül yaklaşım şekli ve koruyucu hekimlik benimsenmektedir. Genel olarak konuşursak, otoimmün hastalıklarda, romatizmal hastalıklarda hastanın beslenme şekli, tükettiği gıdalar sorgulanmaktadır. Kendi uzmanlığımla ilgili olarak şu örnekleri verebilirim; diz ağrısı, şikayeti olan hastanın yalnızca dizi değerlendirilmekle bırakılmaz, tüm vücut analizi, duruşu özellikle omurga sistemi değerlendirilip, iskelet sistemi bir bütün olarak analiz edilir. Dirsek, omuz şikayeti olan hastanın bu bölgelere ek olarak yine hastanın postürü, duruşu ve omurga sistemi değerlendirilir. Boyun ağrısı olan hastanın omurga sistemi yalnızca servikal, boyun bölgesinde değil lomber, bel bölgesinden başlanarak bütün olarak değerlendirilir.
Kas iskelet sisteminde şikayet nerede olursa olsun, omurga sisteminin mutlaka değerlendirildiğini görüyorsunuz. Omurga sisteminde şikayet varsa, lokalizasyonu, yerleşimi fark etmeden lomber, bel bölgesi mutlaka değerlendiriliyor. Artık yatay değil, dik duran omurgamız, bel bölgesi, vücudumuzun çatısı, her türlü kas iskelet sistemi şikayetinde muayene ediliyor, kontrol ediliyor.
Şikayet, tanı, tedavi, muayene bölgesi olarak bu kadar popüler olan lomber, bel bölgesi için profesyonel hayatımda çok mesai harcadım. Kimi hastalarımı memnun edebildim, kimi çoğu hastamı kafalarında soru işaretleri, “neden ben çaba harcayayım, sen bir çözüm bul!” konuşan balonlarıyla uğurladım.
Şimdiye kadar okuduğunuz bu tecrübeler, tespitler, eleştiriler ve özeleştiriler sırasında “proloterapi” adında bir tedaviyle tanıştım. Yaşı, tarihçesi eski bir tedavi yöntemi, ülkemizde son yıllarda tanınmaya ve uygulanmaya başlanıldı.
Kola takılan serumlardan ‘şekerli’ olanı “dekstroz” ile yapılan bir enjeksiyon, iğne tedavisi. Muayene sırasında güçsüz, hasarlanmış olduğu tespit edilen ligaman-bağlara, tendon-kirişlere özel iğneleriyle değişen konsantrasyonlarda dekstroz solüsyonları, bu tedaviye özel teknikle enjekte ediliyor.
Sonra ne oluyor? Hem iğnenin yarattığı irritasyon, tahriş; hem de verilen dekstroz solüsyonunun yarattığı irritasyon ile vücudun iyileştirme mekanizmaları tetikleniyor. Aynı, ciltte küçük bir mutfak bıçağının açtığı küçük bir yaranın kısa sürede ve hızla iyileşmesini sağlayan doğal mekanizma gibi… yani doğamızda bulunan işlemler dışarıdan uyarıyla başlatılıyor, iyileşme yöntemlerine davetiye gönderiliyor.
Bu davetiye aynı zamanda şikayeti olan homo sapiense de beslenme ve egzersiz ile tamir sürecine eşlik ve yardımcı olması için de gönderilir. Davete icabet etmeyenin tedavi şansı azalabilir…
Evrim sürecimizde omurga, iskelet sistemimiz, bizi daha mutlu, konforlu düzeye getirene kadar tedavi, çözüm arayışı devam edecek. Bizim hayat süreçlerimize denk gelen bu dönemde, bel ağrısı şikayeti olan homo sapienslere, profesyonel hayatımda bu dekstroz solüsyonu enjeksiyonuyla yani proloterapi tedavisiyle çözüm bulmayı denemeye değer buluyorum.