Bir ülkenin ekonomik gelişmişliği ile eğitim sistemi arasında doğrudan bir bağlantı vardır. Eğitimin kalitesi, sadece bireylerin kariyer başarısını değil, aynı zamanda ülkenin üretim gücünü ve inovasyon kapasitesini de belirler. Ancak, eğitim sistemimizde uygulama odaklı bir model yerine, ezbere dayalı ve teori ağırlıklı bir yaklaşım benimsenmesi, gençlerin iş hayatında kayda değer bir başarı göstermesini imkânsız hale getiriyor.
Bugün gençlerde gözlemlediğim en büyük eksikliklerden biri, temel becerilerin dahi kazandırılmamış olması. Yetişkin olmuş ancak bir dilekçeyi nasıl yazacağını bilmeyen, bir kompozisyon oluşturamayan, hatta günlük hayatta gerekli olan en basit matematik hesaplamalarını dahi yapamayan bir nesil yetiştiriyoruz. Çocuklar çarpma ve bölme işlemlerinde bile yeterli hız ve doğruluğa ulaşmadan, çok daha karmaşık problemlere yönlendiriliyor. Bu durum, öğrencilerin başarısızlık hissini artırıyor ve öğrenmeye karşı ilgilerini zayıflatıyor.
Bir diğer temel sorun ise, kitap okuma alışkanlığının kazandırılamaması. Okuduğunu anlayamayan, okuma sürecini sıkıcı bir görev gibi gören çocuklar, ilerleyen yaşlarda analiz ve yorumlama yeteneğinden yoksun bireyler haline geliyor. Bu da iş dünyasında, problem çözme ve eleştirel düşünme gibi en temel yetkinliklerden mahrum bir neslin yetişmesine neden oluyor.
Öğrenme sürecinde bilgilerin yeterince pekiştirilmeden yeni konulara geçilmesi, öğrencilerin sağlam bir temel oluşturmasını engelliyor. Eğitim sistemimizin en büyük eksiklerinden biri de budur. Çocukların gerçekten öğrenip öğrenmediği kontrol edilmeden, müfredat yetiştirilmeye çalışılıyor. Ancak sağlam temeller olmadan inşa edilen her yapı gibi, bu eğitim modeli de çökmeye mahkûm oluyor.
Bir ülkenin ekonomik refahı, eğitim sisteminin niteliği ile doğrudan ilişkilidir. Eğitimi sadece sınav odaklı bir yarış olarak gören anlayıştan sıyrılıp, gerçek hayat becerileri kazandıran, uygulama odaklı bir modele geçmek zorundayız. Çocuklarımızı yalnızca sınavlara değil, hayata hazırlayan bir sistem oluşturmak hepimizin sorumluluğu olmalı. Aksi takdirde, inovasyon yapamayan, üretmeyen, sadece başkalarının geliştirdiği teknolojilere bağımlı bir toplum olarak kalmaya devam edeceğiz.
Eğitimde reform kaçınılmazdır ve bu reform, sadece müfredat değişiklikleriyle değil, eğitim anlayışımızı kökten dönüştürerek mümkün olacaktır. Gerçekten öğrenmeyi öğrenen, okuduğunu anlayan, çözüm üretebilen, analitik düşünebilen bireyler yetiştirmedikçe, ekonomik kalkınmadan söz etmek hayalden öteye geçmeyecektir.

















