Geçen hafta bir çok anne, kızını üniversiteye yolcu etti. Kapıda vedalaşırken gözyaşlarını tutamadı; bavulların tekerlek sesi, kalbinin içinde yankılandı. Yanındakiler “üzülme, gururlan” dediler. Oysa bir anne için bu an, hem gururun hem de ayrılığın en keskin birleşimidir.
Bir annenin kızını üniversiteye uğurladığı an, sadece bireysel bir duygu yoğunluğu değildir; aynı zamanda sosyolojik bir kırılma noktasıdır. Çünkü anne-kız ilişkisi, kadın kimliğinin toplumsal yeniden üretiminde de merkezi bir yere sahiptir.
Sosyolog Pierre Bourdieu, aileyi “toplumsal habitusun” yeniden üretildiği temel alanlardan biri olarak tanımlar. Anne-kız bağı, bu habitusun en güçlü aktarım kanallarından biridir. Annenin yaşam deneyimleri – eğitim imkanları, toplumsal cinsiyet rolleri, ekonomik sınırlılıklar – kız çocuğunun hayatına doğrudan yansır. Bu bağlamda, kızın üniversiteye gitmesi yalnızca bireysel bir başarı değil, aynı zamanda kuşaklar arası bir toplumsal dönüşümün göstergesidir.
Judith Butler’ın toplumsal cinsiyet kuramı ise bu bağı farklı bir perspektiften okumamızı sağlar. Kadın kimliği, yalnızca biyolojik bir gerçeklik değil; toplumsal normlarla inşa edilen bir süreçtir. Kız çocuğu annesinin yaşamında gördüğü sınırları, sessizlikleri ve direnişleri içselleştirir. Annenin hangi alanlarda görünür, hangi alanlarda görünmez kılındığı; kızının özgürlük alanlarını şekillendirir. Bu nedenle anne-kız arasındaki ayrılık, aslında toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden müzakere edilmesidir.
Modernleşme ve kentleşme süreçleri, anne-kız bağını da dönüştürmektedir. Geçmişte üç kuşak kadının aynı evde yaşadığı aile yapısı, bugün dağılmakta; genç kızlar başka şehirlerde ya da ülkelerde eğitim hayatlarına devam etmektedir. Bu durum, klasik sosyolojide “mekânsal ayrılık – duygusal yakınlık” paradoksu olarak tanımlanır. Mesafe arttıkça bağ zayıflamaz; aksine, sembolik bir güç kazanır. Sevgi artık aynı çatıyı değil, aynı kökü paylaşmak üzerinden yeniden inşa edilir.
Dolayısıyla anne-kız bağı, yalnızca biyolojik ya da duygusal bir ilişki değildir; toplumsal değişimin en somut göstergelerinden biridir. Ayrılık, kopuş değil; toplumsal bir devrin kapanıp yenisinin açılmasıdır.
Belki de bu yüzden her anne, kızını uğurlarken aslında kendi geçmişini, kendi mücadelesini de yolcu eder. Ve her kız, yeni bir şehre adım atarken yalnızca kendisi için değil, annesi ve tüm kadın kuşakları için yürür.
Anne-kız bağı, toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesinin görünmez ama en güçlü iplerinden biridir.
Eğitim, kız çocuklarının sadece bireysel geleceğini değil, tüm toplumun refahını belirler. Eğitimli kadın → daha bilinçli aileler → daha güçlü bir toplum zinciri oluşur.
UNESCO verilerine göre, kız çocuklarının eğitimi arttıkça çocuk yaşta evlilik oranları azalıyor, anne ve çocuk sağlığı iyileşiyor, ekonomik gelişme hızlanıyor.
Eğitim hakkı, en temel insan hakkıdır. Hadi kızlar okula !!!!

















