Eskiden sokaklarda çelik-çomak oynayıp vakit geçirirdik.
Biri büyük ve uzun, diğeri küçük ve ince iki ayrı sopa ile oynanan çelik-çomak oyununa dair ilk benzetmeleri, ilkokulda iken sınıfımızdaki arkadaşlık sırasında öğrendim.
“Dönen tekere çomak sokmanın” nasıl bir netice doğurduğunu, okul bahçesinde bisikletiyle gezen arkadaşımızı kıskanan bir başka arkadaşımızın, o bisikletin tekerleklerine çomak sokmak istemesiyle, tepetaklak oluşunu görünce, bu işin çok tehlikeli olduğuna inandım.
Sonra, gazetecilik mesleğine başladım. Daha çok, polis-adliye muhabirliğimiz sırasında, bazı kişilerin bin bir türlü dolandırıcılık yöntemleriyle, vatandaşları nasıl kazıkladıklarını öğrendim.
Yol başında üç kağıt açan, ismi üç kağıtçı olmasına rağmen, vatandaşların dolu veya işaretli kağıdı bulabilmek için ceplerindeki paraları bu kişilere nasıl kaptırdıklarını gördüm. Çünkü, ellerindeki üç kağıdın üçü de boştu.
Sonra, bazı kamu kurumlarında işlerin hızlanması veya yerine getirilebilmesi için verilen ufak tefek bahşişlere rastladım.
Sonra, sıkıyönetim ile birlikte, bazı kamu görevlilerin “spor kulübüne destek için” diyerek kendilerini savundukları rüşvet paralarını, nasıl aldıklarına dair yapılan suçüstü operasyonlara katıldım.
Toplumdaki saygın bazı iş adamlarımızın kamu görevlileriyle neden bu kadar sıkı fıkı olmasına anlam veremiyordum. Sonunda, kamu ihalelerinde yaşanılan sonra da adli mercilerce ortaya çıkarılan ihale yolsuzlukları operasyonlarıyla yaşadım.
Bütün bunlarla ilgili ortak tanı şu; “dönen çarka çomak sokmak.”
Bir başka anlatımla, “pişmiş aşa su katmak.”
Daha başka teşhise göre de, “düzene ayak uyduramamak.”
Neticede zararı çeken vatandaşlar olarak hep biz oluyoruz.
Bazı kişiler, vergi ödemiyorlar. SGK primi ödemiyorlar. İşçinin alın terini, hakkını ödemiyorlar. İhale oyunlarıyla devleti dolandırıyorlar.
Sonra, toplumda “saygın” sıfatlı olabiliyorlar.
Onların geride bıraktığı borçlar, kamunun sırtına, vatandaş olarak bizlere yükleniyor.
Ne oluyor, iflaslarını istiyorlar. Ya da şirketlerini malı mülkü olmayan, cebinde beş parası dahi bulunmayanların üzerlerine devir ederek, hileli yollarda elde ettikleri zenginliklerinin keyfini çıkarıyorlar.
Bu dünyada işleri iş ama bu işin birde öteki dünyası var. Bakalım, cehennem ateşinde nasıl yanacaklar?
Bakalım, yaşamın hesabını nasıl verecekler?
Bu vatanı korumak, kollamak için askere gönderdiğimiz evlatlarımızın vurulmuş cenazeleri şehit sıfatıyla evlerine gelen annelerin, babalarının gözyaşları ve onların haklarını nasıl ödeyecekler?
Yoksa, kendileriyle ilgili, yaptıkları işlerle ilgili bazı konuları gün ışığına çıkaranların karşısına geçerek, avanta paralarla satın aldığı bazı kişilerin de yardımlarıyla, “Bunlar yalancı. Bunların söylediklerine inanmayın. Bizi kıskanıyorlar” kandırmacalarıyla toplumu söğüşlemeye devam etmelerine göz mü yumacağız?
Tabi ki hayır.
Sadece dönen çarka değil, oluşturulan çıkar düzeninin dişlilerine kadar çomağı sokup, fakir fukaranın hakkını savunacağız.
Bizim, alın terimizle çalışıp ödediğimiz vergilerle, saltanat yaşamı sürenlerin, görevlerini yapıp yapmadıklarını elbette ki denetleyeceğiz. Varsa, hatalarını ortaya çıkaracağız. Varsa günahlarını anlatacağız.
Bundan kimse gocunmasın.
Geçtiğimiz sayımızda yazmıştım. Kasaba yaptırılan beyin ameliyatı diye.
Bazı okurlarımız arayıp ayrıntı istedi. Ayrıntı zaten yazının içinde var.
Kamu görevlileri, kendilerine şikayet edilen arkadaşlarını koruyup kollamak için, her türlü Ali Cengiz oyunlarını yapmışlar. Dosyaları bir güzel kapatmışlar. Suçluların adalet önünde hesap vermelerine engel olmuşlar.
İşte izahı bu.