Bakıyorum da tüm yaşantımız gibi konuşmalarımız sosyal medya sistemine bağımlı. Neredeyse uyumadan hatta uyanmadan bununla yaşadığımız için normal hatta sıradan, standart.
Onun dışında susuyoruz.
Sosyal medyada sesini yükselten yükseltene.
Zırvalamak serbest nede olsa.
Oradan haykırmak daha bir kolay geliyor herkese nedense
Varlık nedenimizi daha çok kişiye haykırmak, iç sesimizi dinlememizi ya da kendimizle konuşmamızı engelliyor niyeyse.
Öyle çok olay acıya, hüzne, ümide gebeki doğru yanlış ne var ne yok sorgusuz sualsiz konuşuyoruz
Hatta o kadar çok konuşuyoruz ki ne söylediğinizin, nasıl söylediğinizin önemi yok.
Zira ne şekilde olursa olsun bir kitle buluyor, beğeniliyor
Saçmalamalar da karşılık buluyor ağlamalar da, gülmek te oranı buranı açmak ta
Velhasıl pek seviyoruz her anımızı, her yanımızı paylaşmayı
Bu kadar acının, kahrın, terörün, ölümün üzerine hep ama hep klavye silahşörlüğü yapıp, oradan buradan çaldığımız, aldığımız görselleri, cümleleri paylaşıp ahkam kesiyoruz. Orada olduğumuz kadarız.
Her şeyi biliyor herkesi tanıyoruz.
Hiç okumadan yazmadan hatta hiç düşünmeden biliyoruz…
Zihnimiz bu kadar boşken bir iki paçavra dedikodu ile doluyken nasıl da bilge zannediveriyoruz kendimizi.
Akıllı olmayı, bilge, bilgili olmayı nasıl da magazinle karıştırıyoruz?
Okumaktan gözleri bozulan, dirsekleri çürüyen, gecesi gündüzüne karışan onca alim varken sırf sosyal medyada üç beş ‘like’ alıyoruz diye nimetten saymıyor muyuz kendimizi?
Çok gülüyorum.
Uzun cümleler kuruyoruz sürekli.
Boş kafalarla sonunu getiremeyeceğimiz cümleler.
Dünyayı oradan, o kadar görüyor, o delikten bakıyor, başka yan yön bilmiyoruz.
Hiç tanışmadığımız karşılaşmadığımız insanların kölesi oluyor, sırf bir tuşla dokunulmak için takla atıyoruz.
Sosyal medya ne kadar çok tepinirse üzerimizde, beynimiz o kadar boşalıyor ama görmüyoruz.
Oysa uzun cümleler zamanı değil.
Çocuklarımızın, gençlerimizin, insanımızın beynini boşlukla doldurmak zamanı değil.
Her gün bir yerlerde ölüyoruz.
Yalnız, şehirsiz, iklimsiz, sevgisiz, kimsesiz ölüyoruz.
Ölümün ne zaman nerede karşımıza çıkacağını zaten bilmiyoruz ama bizim coğrafyamızda daha bir kol geziyor sanki yakınlarda.
Ve biz umursamıyoruz
.
Ölümü de sosyal medyada konuşuyor acımızı da orada tazeliyoruz.
Sıvazlamıyoruz kimsenin sırtını ya da silmiyoruz gözünün yaşını.
Acısının kokusunu hissetmiyoruz, yüreğinin sönüşüne dokunamıyoruz, hıçkırıklarına duvar olamıyoruz.
Birileri yiterken, görmüyor gördüklerimizi algılayamıyoruz.
Dayatılan saçma görüntülerden, zamanı dolmuş klişelerden başımızı kaldırıp, nerede kaldık biz diye geriye bakamıyoruz.
İnsanlığımızı sorgulamak için mezarlığa gitmiyoruz.
Mezarlıkta insanların paylaştıklarına bakıp üzgün yüz gönderince oldu sanıyoruz.
Yaşamıyoruz aslında ama içtiğimiz kahvenin resmine gelen yorumlarla yaşar gibi yapıyoruz.
Sarılamamaktan, dokunamamaktan bıkmadık ama pijamalı halimizden tuvalete kadar göstermezsek içine düşeceğimizi bunalımdan fena halde korkuyoruz.
İnsanlığımızı kaybettik, ahlakımızı yitirdik evet ama onu neden sosyal medyada arıyoruz?
Oysa hepsi içimizde.
Hepsi facebookta paylaşmadan önceki yerinde.
Haydi, çıkalım sosyal medyadan
Uzun cümleler kurmadan
Dönelim içimize, özümüze, kendimize
Kendimizi kimseyle paylaşmadan
Yaşayalım sakince…