İLETİŞİM…
Merhaba değerli dostlarım, sağlıklı olmanın şu günlerde en büyük konforumuz olduğunu düşünerek sağlıklı günler diliyorum. Sağlık sadece bedenen düşünmemiz gereken bir kavram değil. Asabiyetimiz yani ruh sağlığımız da önemli elbette. Olabildiği kadar evlerimize kapandığımız şu günlerde beden sağlığımız kadar ruh sağlığımızı da düşünmeliyiz. Durağan bir hayat ve sosyal bir varlık olan insanın toplumsal ilişkilerinin azalması bizi olumsuz duygulara çekiyor, gelecekle ilgili ümidimizi kırıyor. Duruma bir de olumlu tarafından bakalım. Evdeyiz ailemizle daha çok ve daha yakın iletişim kurmak için bu uzun kış gecelerinde bolca vaktimiz var. Bugün bu vakti geçirirken aile içi iletişimin ne denli önemli olduğu üzerinde durmayı ve bu iletişimde dikkat edilmesi gereken birkaç önemli yaklaşımı sizinle paylaşmak istiyorum. Hayatımız boyunca hep içinde olduğumuz olmak zorunda olduğumuz iletişimin ilk ve en önemli yanı “Karşılıklılık”tır. İletişim karşılıklıdır. Bu nedenledir ki kendimiz kadar karşımızdaki kişiyi ya da kişileri de dikkate almak zorundayız. Bizim onlardan olduğu kadar onların da bizden beklentileri olduğunu unutmamalıyız. Öyleyse sağlıklı bir iletişim bencilliği kabul etmez. Bencillik, tek taraflı bir etkileşimi doğuracağından zaten daha başlangıçta iletişiminin karşılıklılık ilkesine ters düşecektir. Öyleyse Eşinizden çocuklarınızdan beklentileriniz kadar onların da sizden beklentileri var. İletişim kurarken oluşturduğumuz mesajların içeriğini dört temel kavram oluşturur: Gözlemlerimiz, Düşüncelerimiz, Duygularımız ve İhtiyaçlarımız. Kurduğumuz tüm iletiler bu kavramların çeşitli oranlarda sentezlenmesiyle ortaya çıkar. Karşılaştığımız olaylar ve durumlar beş duyumuzla algılanarak gözlemlerimizi oluşturur. Bu gözlemler algılanıp muhakeme edilerek düşünceleri oluşturur; düşüncelerimiz bizim hem fiziksel hem de zihinsel olarak çeşitli duyguları yaşamamıza neden olur ve bunların hepsinin sonucunda ihtiyaçlarımız ortaya çıkar. İnsanoğlu hem bireysel hem de toplumsal ilişkilerinde kurguladığı mesajlarla iletişimini oluşturur. Bu dört unsurun değişik oranlarda sentezlenmesiyle mesajlarımızın oluştuğunu söylemiştik. Bu mesajları da üç gruba ayıralım: Tam mesajlar, Kısmi mesajlar ve Kirli mesajlar… Mesaj tiplerinin her birinin içeriği, karşımızdaki kişi ya da kişilerin bize yakınlık düzeylerine ve konuyla ilgili neyi, ne kadar bilmeleri gerektiğine bağlı olarak değişir.
Aile içi iletişimde tercih edilmesi gereken mesaj tipi Tam mesajdır. Çünkü Tam mesajlar, en yakınlarımız için kurgulanmalıdır. Düzeyini ve derinliğini ayarlamak koşuluyla onlar için bir sınırlama söz konusu değildir. Gözlemlerimizden yani algılarımızdan hareketle onlar, bir konu ya da durumla ilgili düşüncelerimizi, duygularımızı ve ihtiyaçlarımızı bilmelidirler. Aksi halde iletişimimizi zannetmelere feda ederiz.
İkinci mesaj tipimiz Kısmi mesajlardır. Genellikle sosyal hayatımızda kullandığımız bu mesaj tipinin içeriği, karşımızdaki kişi ya da kişilerin gözlem, düşünce, duygu ve ihtiyaçlarımızdan hangilerini ne kadar bilmelerini istiyorsak o kadarını kısmen koyduğumuz ifadelerden oluşmaktadır. Bu da iletişimde bir sınırlılık ve düzey kavramını doğurur. Sosyal ilişkileriniz ve toplumsal hayatımız; yasalar, örf ve adetlerle sınırlandırılmıştır zaten. Biz de bu sınırlılığı Kısmi mesajlarımızla teyit ederiz. Örneğin bir ortamda karşımızdaki kişinin o durum ya da olayla ilgili duygularımızı bilmesine gerek yoksa, kurduğumuz cümlelerin içinde duygularımıza yer vermeyiz. Ya da karşımızdaki kişilerin bizim kişisel ihtiyaçlarımızı bilmesine gerek yoksa iletilerimizde bu ihtiyaçlara yer vermeyiz. Aynı zamanda bu, nezaketen de gereklidir.
Üçüncü mesaj tipimiz Kirli mesajlardır. İletişimi en çok sekteye uğratan, iletişim kazalarına neden olan belki de hem bireysel hem de toplumsal mutabakatı ortadan kaldıran, kirli mesajlardır. Kirli mesajlarımızın anlaşılması neredeyse imkansızdır. Ya yanlış anlaşılmalara ya da tamamen anlaşılmazlıklara neden olur. Çünkü Kirli mesajların içeriğinde ne gözlemlerimiz, ne düşüncelerimiz, ne duygularımız ne de ihtiyaçlarımız vardır. Kurduğumuz mesaj bizim ne anlatmak istediğimizden çok karşımızdakinin ne anladığıyla sonuçlanır ve genelde de farklı bir sonuç ortaya çıkar. Cümlelerimizde boş bıraktığımız gözlem, düşünce, duygu ve ihtiyaçları karşımızdaki kişi kendi psikolojisi, bilgisi ve duygusuyla doldurur. Tabi muhtemelen bizimkilerden de oldukça farklıdır. Böylece anlaşılamamanın ya da yanlış anlaşılmanın kapısını aralamış oluruz. Düşünsenize akşam yemeğinde sofraya koca bir tencere patlıcan yemeği geliyor. Oğlunuz şöyle bir cümle kuruyor: “Yine mi patlıcan?”. Bu cümlenin anlamı nedir? Patlıcana alerjisi olduğu için mi kurdu bu cümleyi yoksa öğle yemeğinde de patlıcan yediği için mi? Yoksa patlıcandan nefret ettiği için mi? Ya da belki o gün eve gelirken canı köfte patates yemek istiyordu. Bunu ondan başkası bilemezdi elbette.
İşte değerli dostlarım, kurduğumuz mesajların doğru anlaşılabilmesi için cümlelerimizin içinde nerede ne kadar ne bulunması gerektiğini bilerek ve buna uygun bir mesaj formu oluşturarak ilişki kurmalıyız insanlarla. Böylece ister aile içinde ister sosyal ilişkilerimizde saha sağlıklı bir iletişimin, daha mutlu bir hayatın kapısını aralayabiliriz.