"Kraliçe Shakespeare bizim için pandemiden kaçış rampasıydı"

Kraliçe Shakespeare… Pandemi döneminde yayınlanan ilk oyun olma özelliği ve 1.Elizabeth'in yaşamından yola çıkarak 'Güçlü Kadın' mesajı yönüyle de şimdiden klasikler arasına girmeye aday. Bursa Tabip Odası doktorlarından Yaşar Can Bağatırlar'ın Özlem Özkoşar ile birlikte yazıp yönettiği 'Kraliçe Shakespeare' sahnelendiği ilk andan itibaren seyirciyi fazlasıyla sarıp sarmalayarak büyük ilgi gördü. 1 Nisan tarihinde tekrar seyirciyle buluşacak. Yaşar Can Bağatırlar ve Özlem Özkoşar ile oyuna dair konuştuk.

 

 

PP: Kraliçe Shakespeare oyunun hazırlık sürecinden bahsedelim.  Böyle bir oyun yazıp yönetme fikri nasıl doğdu ve oyunun hazırlık sürecinde ne gibi çalışmalar yaptınız?

 

Özlem Özkoşar: Oyun pandemi ile birlikte şekillenmeye başladı. Aslında benim yıllardır Shakespeare ile ilgili bir derdim vardı zaten. Tek kişilik kadın oyunu da düşünüyordum. Öte yandan Shakespeare’de olduğu gibi 1.Elizabeth ile ilgili bir derdim vardı. Bunların hepsi bir araya gelince pandemi ile de birlikte Kraliçe Shakespeare düşüncesi şekillenmeye başladı. Ben pandeminin getirdiği sancılı süreci ve boyutunu idrak edenlerdenim. O yüzden psikolojik olarak çok etkilendim bu dönemden. Ben ikinci günü çıldırmaya başlamıştım zaten ve bu oyuna sarılmak zorundaydım. Bu oyun beni oradan aldı ve hayata bağladı. Bu süreci tabi acılarımı da içine katarak fikir olarak doğdu. Sonra ezber kısmına geçtim.  Kraliçe Shakespeare fikrinin Shakespeare’in 12 oyunun yola çıkarak doğduğunu söylemeliyim.

 

PP: 12 oyundan göndermeler var mı içerisinde?

 

Ö.Ö Hayır. Birebir alınmış replikler var.  Komedilerinden, tragedyalarından ağırlık olarak ise 

2.Richard ve 3.Richard’tan replikler yer alıyor. Bu arada Hamlet ve Ophelia da var. Sadece kadın karakterlerinden değil erkek karakterlerinden de harmanlandı, 1.Elizabeth’in ağzına yakışacak cümleleri seçtim oradan. Sonra ezberini yaptım. Dediğim gibi bu benim için oyalanma süreciydi aslında. Sonra Yaşar Hocamla tanıştık. Kendisi sağ olsun çok destek oldu. İnandı projeye ve birlikte çalışmaya karar verdik. çalışmaya başladık. 

 

Yaşar Can Bağatırlar:  Oyun aslında doğum sancılarını iki aydır yaşıyor. Aslında geç doğan bir oyun oldu bizimki. Özlem’in ortaya çıkardığı hikaye ilginçti ve bir üretim sancısı yaşıyordu. Biz hekim olarak hastaları dertleri pandeminin belirsizliğinin getirdiği sıkılmışlıkla mücadele etmeye çalışıyorduk. Tam bu noktada tarihin içerisinde de sıkışmış bir kadın figürünü alıp Shakespeareyen bir dilde yeniden ortaya çıkaran bir metinle karşılaştık. Çok güzel bir tersine matematikle örülmüştü yani o naif kadını tarihin içerisinde izlemek daha zordu, güçlü kadın  5 yıl boyunca İngiltere’yi yöneten. Elizabeth demir perde gibidir. Biz Elizabeth’i tarihin bize gösterdiğinin dışında başka bir okumayla tekrardan yorumladık. Yani o metnin tutarlılığı bizim için çok önemliydi. Bu bir kadın oyunu ama aynı zamanda da bir metin oyunu. Ve metnin sadakatı konusunda da inanılmaz tutarlıydık. 

 

PP. Sadakat derken neyi kastetmiştiniz?

 

Y.C.B: Örneğin Shakespeare’in dışındaki hiçbir şeyi sürece dahil etmemeye çalıştık.

 

Ö. Sadece oyunun giriş cümlelerini oyun dışından aldım o da  şöyle oldu: İnternette şöyle bir şeyle karşılaşmıştım. 3.Dünya Savaşının çıkması üzerine bir konuşma metni hazırlamış İngiltere 3. Elizabeth. Onu okuyacaktı ve 3.Dünya Savaşı başlayacaktı. Yanılmıyorsam 90’larda böyle bir metin hazırlanmış. Bunun sonradan ortaya çıkmış bir iddia olduğu da düşünülebilir. Ama beni iddia olması bile olması çok etkiledi. İlk giriş paragrafı ondan alındı. Diğerlerinin hepsi Shakespeare’in cümleleriydi.

 

Y.C.B: Metne sadakatin dışında şöyle de bir hikaye var.  Tasarlayan vurgulayan tamamen bir kadın. Oynayan, o performansını sahneye taşıyan, çok da başarılı bir oyunculuğun ötesine de sıçrayan, çok beğendiğim hayran kaldığım bir oyunculukla da ve beraber bir yönetmenlikle de hakikaten bütün doneleriyle de kadını koruyan,  kadını saklayan bir kadının kurtuluş hikayesini haykıran evrensel bir kadına da çağrıda bulunan bir dile sahipti.

 

“Shakespeare’ı anlamak yaşamı anlamak ile ilgili bir şey”

 

PP: Sheakspeare’e olan takıntı nereden geliyor?

Ö: Oyuncular genelde böyledir.  Bu yola girdiğinizde ilk Shakespeare ile tanışırsınız. Ben bir amatör olarak başladım tiyatroya. Ve ilk tanıştığım Shakespeare oldu. Ve hiçbir şey anlamadım. 16-17 yaşlarındaydım.  Karakterleri takip etmem çok zordu tekrar tekrar başa döndüm. Ama bitirdim. Sonra üniversiteye girdim. Orada yine önüme Shakespeare kondu. Yine aldım okudum yaşlarda anlamak güçtü benim için. Anlamaktan kastım idrak etmekten bahsediyorum. Sonra yine rafa kaldırdım Shakespeare'i. Son sınıfa geldiğimde tekrar ele aldım ve bu kez anlamak istiyordum. Bitirme ödevimi Shakespeare üzerine yaparsam daha detaylı üzerine düşünebilirim diye onu tercih ettim. Yine de tatmin olmadım. Shakespeare'in kadınları üzerine yapmıştım tezimi Buna rağmen bir şeylerin eksik olduğunu düşünüyordum ve böyle dönem dönem tekrar ele aldım. Tekrar ederken şunu anlamıştım: Shakespeare anlamak yaşamı anlamak ile ilgili bir şeydi. Daha çok görmek daha çok acı biriktirmek daha çok sevgi biriktirmekle ilgili bir şey…

PP: Bu metnin sizin bütün duygularınızı ifade etmenize katkısı nedir? Shakespeare'in kadınlarına dair duyguları artık bununla beraber tamamlamış oldunuz mu?

Ö: Evet. Evrenselliği ve çağdaşlığı bir kere daha hissettim. Hiçbir şeyin değişmediğini görmüştüm ve benzeri kaygılar yaşıyordum. Benzer şeylere maruz kalıyorum bir kadın olarak da bu ülkede. Yani gelişmemiş ya da gelişmekte olan ülkelerin kaderi budur. O yüzden çok derinden hissettiğim duygulardı. Dine karşı da öfkem var. O oyunda olduğu gibi. Erkek egemen toplumu da birebir yaşıyorum.

PP: Bu metin de böyleydi sanki, yüzyıllar öncesi gibi değil adeta bugün gibi.

Ö: Haklısınız. O oyunda geçen politik söylemleri şuan ben Özlem olarak da hissediyorum. Öyle bir öfkem de var. Aşka dair fikrim de öyle.

Y.C.B: Yani kendine ait kendine olan bütün öfkesini bütün bağıramadıklarını ben sahnede gördüm. Özlem bir kadının büyük bir haykırışıydı. Özlem bu yüzden çok özel bir yerde.

PP: Peki metin önünüze ilk geldiğinizde siz ne hissettiniz?

Y.C.B: Benim için bir günah çıkarmaydı. Ben ve benim düşüncemdeki diğer erkek bakış açısının alışkanlığıyla hareket eden, aydınlansak da bundan kurtulamadığımız bir durum. Ben de bu oyunu ve kadın dilini ve kadının özgürlük haykırışını sahneye taşımak için bir günah çıkarma gibi gördüm.

PP: Belki sizin de bir haykırışınız olabilir aynı zamanda?

Y.C.B:  Aslında çok değil.  Daha çok yeniden aydınlanma ve bir şekilde bunu yeniden gösterebilme çabasıydı. O yüzden ben öncelikle  söylüyorum Shakespeare ile Elizabeth aynı dönemde yaşamış, birbirleri ile ilişkisi olan insanlar.

PP. Siz Shakespeare'i sever misiniz?

Y.C.B: Tabi ki de.

PP: Bu  belki bir ortak noktanız?

Y.C.B: Ama şöyle de bir şey var: Elizabeth bizim için çok güzel bir karakter. Elizabeth ile Shakespeare'i bir araya getirecek yaratıcı bir eser ortaya koymaktı düşüncem. Beni en çok etkileyen şey, Shakespeare'den bir Elizabeth çıkarabilme bir hikayeye dönüştürebilmekti..

PP: Peki sizce Elizabeth Shakespeare'i gölgede mi bıraktı bu oyunda?

Ö: Aslında Elizabeth'in ağzından Shakespeare... Böyle söylentiler var. Çok ciddiye aldığım için söyleyemiyorum bunu. Sadece fikir olarak evet neden olmasın ki. Shakespeare kimdir? Shakespeare aslında Elizabeth'tir. Shakespeare aslında kadındır ya da erkektir ya da kraldır. Bunlar çok ciddiye aldığım tartışmalar değil. Böyle eserler var kimin yazdığının çok bir önemi yok. Orada takılı kalmıyorum ama niye Elizabeth yazmış olmasın ki.

Y.C.B  Elizabeth'in hayatıyla ilgili bizim de sahnede çok fazla yansıtmadığımız, serim kısmını, kendi bilgisine ve dağarcığına bıraktığımız şey şu: Oyun Elizabeth'in giysisinden çıkma evrensel bir kadının ayak izlerini taşımaya başlıyor. Orada oynayan aslında izleyici olan kadındı. Bir bakıma bugünün kadınıydı. Haykırışlarıyla, çağrılarıyla bugünün evrensel kadını.

PP: Kadının çığlığı o günden bugüne hiç değişmemiş aslında?

Ö: Shakespeare'in kadınlarında şöyle bir durum var: Güçlü söylemleri olduğunda kadınlar, erkek kıyafeti giyerek yapıyor. Aslında Shakespeare değil kendi karakterleri böyle. Shakespeare biraz başka tarafta duruyor. Bütün karakterlerinin kendi öz benlikleri var. Kendi felsefeleri var. Oradaki kadınlar hep erkek kıyafetleri içerisinde o söylemleri yaratıyorlar. Tragedyalarında ise güçlü söylemleri bulunduğunda bir kadının sonu ölüm oluyor. Bu erkek egemen köprünün baskısı ile oluyor. Ya intihara sürükleniyor ya da öldürülüyor. Ben de bu oyunu yazarken biraz o bakış açısıyla düzenledim. Shakespeareyan bakış açısına göre, ilk başta ağlayan ama güçlü söylemleri olan bir kadını görüyoruz. Shakespeareyan bakış açısıyla bu kadının ölmesi gerekir.

PP: O noktaya da geliyor zaten…

Ö: Ya da bir kırılma yaşayıp erkeğe dönüşmesi gerekir. Biz de tam o noktaya kadar intihara sürükledik fakat orada oyunu bitirmedik. Bundan sonra da güçlü söylemlere devam edecek bu sefer de  ya erkek kılığı altında yapacak ya da canavara dönüşerek.

Y.C.B: Erkeklik düzenini de ortadan kaldıracak bir canavar

PP: Kendini her ne olursa olsun koruyan ve korumak zorunda olduğu için de kötülük yapmak zorunda olan bir kadın…

Ö: Ama Shakespeare bunu kadınlara olan düşmanlığından yapmıyor. Burada dönemin bir yansımasını görüyoruz.

“Oyunda kullandığımız su metaforu bir yüzleşmedir aslında”

Y.C.B: O döneme doğru geriye döndüğümüzde, Elizabeth döneminde inanılmaz bağnaz hatta sadece bağnaz da değil karmaşık,  kaotik bir İngiltere var. Saray entrikaları, savaşlar ve kadın diye bir kavramdan bahsediliyor... 2.Philip gelir, Marie gelir, 9 günlük Jane gelir, Kraliçe Elizabeth 20 yıl halası ile birlikte yaşar. Veya köy hayatı yaşar ve 20 yıl sonra ona derler ki, artık kraliçesin. Ve o kraliçe olamaz çünkü bir köy kızının naifliği ve hassaslığındadır. İçindeki ruhu, tanrı inancı ve her şeye karşı olan bir saflığı var. Sonra ona bir rol verilir. Erkek dünyası ya da erkek egemen sistem ona bir rol verir. Ve biz Elizabeth o rolü ilk aldığında, onun acaba bu rolü oynamalıyım diye muhasebesiyle başlatırız. Bu Elizabeth'in bir gecesidir aslında. Ve Elizabeth'in bu gecesi Elizabeth için karar gecesidir. Elizabeth onların o kurulu düzenin ona çizdiğini oynayacaktır ve bu bir bahçe kültürüdür. O, bahçede bir ayrık otu mudur? Sonra Elizabeth yavaş yavaş kendini ayrık otunun güzelliğinde hissedecek. Ve o naif kadın her şeye karşı duyduğu öfkeye hatta fark edemediği bütün o nefretine karşı çözümleme sürecine girer. Bu çözümleme aslında bir arınmadır. Örneğin biz oyunda su metaforu kullanıyoruz. Bir yüzleşme arenasıdır o. Elizabeth kendini görür o suyun içerisinde ve suya karşı bütün nefretini yansıtır. Daha sonra onunla birlikte arınır. Yıkar kendini ve yeniden başka bir maskeye dönüştürür. Örneğin gölge metaforu vardır Elizabeth için. Elizabeth kendi gölgeleriyle konuşur. Bu yüzleşme arenasını sahnede görmek bizim için çok güzel bir duyguydu. Elizabeth ve onun kimliğinde bütün kadınlar kendileriyle yüzleşip bütün bu sıkıntılarından kurtulacaklardır. Biz Elizabeth'i sahnede Shakespeare'in de yaptığı gibi-güçlü kadınları öldüren bir dil kullanır bazen- öldüredebilirdik. Ama biz kırılım noktası olarak intihar metaforunu bir şekilde kazanca dönüştürdük.

PP: Öldürseydiniz klasik Shakespeare olurdunuz zaten…

Y.C.B: Biz o baht döngüsünü bir kırılıma ya da başka bir şeye dönüştürdük.

Ö: Aslında bu o dönemin bir yansıması. Bir kadın güçlü olabilmek için böyle olmak zorundadır gibi bir mesaj vermiyor oyun. Sadece bir tespit gibi.

Y.C.B: Ona biçileni, ona kurgulanmışı oynarsanız yok olacaksınız.

Ö: Türkiye'deki kadının direk yansıması olarak görebilirsiniz. Bugün bu konumdayız.

Y.C.B: Kadın nerede var bizim toplumumuzda. Kadın cinayette var, kadın tecavüzde, tacizde ihmalde, kadın yoksulluğun içinde var ama kadın hayatın içerisinde yok. Ben hastalarıma söylüyorum bazen, birinin kızı oldun, birinin karısı oldun, birinin anası oldun ne zaman kendin için yaşayacaksın. Ve kadınların çoğu bu soruya cevap veremiyor. Onlarda bir aydınlanma gibi oluyor bu. Kendisi için yaşayacak,  kendisi için mücadele edecek kadın ile yüzleşmesi gerekiyor. O kurulu düzenle ona sunulanla yüzleşmesi gerekiyor. O yüzden bizim oyunda kullandığımız gelin alın benden kadınlığımı diyen bir erkek var. Bütün o eski kadınlığı alıp eski kostümünü çıkarıp daha savaşçı ruhlu bir kostüme dönüşüyor. Ve babasının orada kullandığımız tacı babasının gücüdür aslında. Babasının tacını giyip babasının da ötesinde güce sahip bir kraliçe var.

Ö: Şöyle bir detay da var. İlk baştaki o sesleniş provasında şunu diyor: Ben Anne Boleyn'in kızı Kraliçe Elizabeth olarak sesleniyorum diyor. Ama sonraki seslenişte Henry'in kızı Kraliçe Elizabeth olarak sesleniyorum diyor.

PP: Oyunun asıl hedefi neydi tam olarak nereye varmayı hedefliyordu? 

Ö: Ben daha önce de hep böyle çalıştım oyunlarıma. Bu da biraz öyle oldu. Ben şöyle bakmıyorum: Haydi bu yıl oyun çıkaralım ne çıkaralım? İşte seyirci şunu sever vs. Ben bunun derdinde değilim. Benim söyleyecek bir şeylerim vardır ve öyle doğdu. Sahneleseydik de sahnelemeseydik de içimi boşaltan bir şey oldu.

Y.C.B: Aslında konuşmamız gereken en önemli şey şu:  Burada bir oyunun dışında bir perspektif doğdu ki müthiş oldu. Bir nükte doğdu. Biz bunu pandemi içerisinde tiyatroya dönüştük.

PP: Nükte veya perspektif  nasıl doğdu anlatır mısınız?

Y.C.B: Bizim oyun grubumuzun adı Nükte Tiyatro. Nükte yapıyoruz. Belki buradaki tiyatro algısına, belki süregiden tiyatro alışkanlığına. O alışkanlığın dışında daha aykırı veya daha farklı bir şey söyleyebilme cesaretine taşıdı nükte bizi. O yüzden bu süreç bizim için bir basamak. Bu bir nüktenin imzası. Prömiyeri yaptıktan sonra nüfus cüzdanını da aldık nükte olarak. Bu süreç başka başka oyunlarla başka başka yaratı heyecanlarıyla devam edecektir.

PP : Nükte ismini kim koydu?

Ö:  Farklı şeyler de  düşünmüştük ama  Türkçe olması daha uygun olur diye Nükte koyalım dedik. Ama içerik olarak da hocamın dediği gibi zaten şey gülüşünüz olsun istiyoruz. Bu gülümseme böyle kahkahalar içerisinde değil de farkına vardıran.  sanat diye adlandırdığımız işleri olan, gişe kaygısı gütmeden ilerleyen bir tiyatro olsun istiyoruz. 

PP: Özlem, oyundaki karakteri taşıyamayacağını düşündüğün anlar oldu mu veya daha mı çok sahiplendin? Hangi ruh halindeydin ?

Ö: Ben hiç rol olarak bakmadım. O yüzden çok çok güzel ilerledi. Ben o oldum o ben oldu. Bütünleştik yani.

PP: O kimlikte olmaktan mutlu muydun ya da bu kimliğin seni  bunalttığı anlar oldu mu?

Ö:  Ben bu oyunu yazmaya başladığım andan itibaren hep ağladım. Psikolojik olarak yormasına rağmen rahatlattı da beni. Hem deşarj oldum onun üstünde. Bu duygu yoğunluğu kendiliğinden geliyordu. Sahneye çıktığımızda burada ağlar burada güler şeklinde de olmadı. Zaten yazarken şekillenmişti kadının ne yapacağı. Aslında oynamadığımda kendimi kötü hissediyorum. Evet ağır bir metin, ağır bir oyun, çok performans isteyen bir oyun ama deşarj oluyorum oynadığımda.

PP: Oynadığın karakteri bütün ruhsal gelgitleriyle ve dönemin toplumsal yapısı içerisinde izleyiciye yansıttığını ve seyircinin oynadığın karakterden ciddi etkilendiğini söyleyebiliriz.   Peki sen nasıl bir ruh halindeydin o anda?

Ö: Aynı şeyleri yaşadım. İzleseydim de öyle şey yaşardım. İçerisindeyken de birebir aynı şeyleri yaşıyorum.

Y.C.B: O intihar metaforunda da,  gölge metaforunda da kendi içerisindeki öteki ile kavgası var aslında. Bir erkek kimliği bir kadın kimliği...O  gölgelerle yüzleşmek gölgelerle konuşmak. Kraliçe Kraliçeyi sever. Çok güzel bir akış oldu. Kendi içerisindeki bir öteki ile savaşıydı aslında. Bizim de öncelediğimiz bugünkü evrensel kadındı.

“Olmasını istediklerinin dışında özgür kadın ol”

PP: Shakespeare aslında 2021 kadınına 1500’lü-1600’lü yıllardan sesleniyor? Bu oyun aslında günümüz kadınına çok güçlüyüz varız diye bir mesaj olarak mı algılanmalı?

Y.C.B: Bunu bir slogana döndürürsek sana biçileni oynama. Özgür ol. Ve olmasını istedikleri kadın dışında özgür ol.

Ö.: Başta söylediğim gibi bu oyun bir mesaj vermiyor. Güçlü olmak için canavara dönüşmemeliyiz. Biz kadınlar olarak var olabilmek için canavar olmalıyız gibi bir şey söyleyemeyiz. Kadının nasıl daha güçlü olabileceğine odaklanmalıyız. Bir tespit var ortada bu dönemin kadını bu halde. Eğer bunu onaylıyorsak veya onaylamıyorsak diye soru işaretleri ile ayrılmalı seyirci. Kadın olarak ben bir şey yapmalıyım diye demesi bile yeterli yani.

Y.C.B: Çok güzel geri dönüşler oldu.  Özlem'in oyunculuğuna yönelik güzel sözcüklerde bulunuldu. Seyirciler o alışkın oldukları rahat koltuklarını bulamadılar. Sürekli bir takip etmek zorunda kaldılar ve sürekli bir şeyleri kaçırmamaları gerektiğini kavradılar. Yoğun bir dikkat içerisinde izlediler. Bu oyunu bir kere izleyen bir kere daha izleyecek. Çünkü her yönüyle farklı bir oyun görecekler.

Ö: Dedim ya Shakespeare'i defalarca okudum anlamak için o yüzden de bence ikinci üçüncü kez geleceklerini düşünüyorum ya da umuyorum.

“Bu oyun bizim için kaçış rampası gibiydi”

PP: Oyunda her şeye rağmen kraliçe olan güçlü bir kadın imajı veriyor bu bence verilmek istenen mesaj yönüyle çok önemli.. Ayrıca yaşama dair birçok iyi veya kötü noktaları tercihleri de gösteriyor.

Y.C.B: Ve bu tercihlerinin içerisinde de sürekli bir savaş içerisinde. Kendi iç benliğiyle savaşıyor. Bize göre kendinde bir tutarlılık buluyor ve kabuk değiştiriyor. Bugünün özgür kadınına hediye olarak sunuluyor bir bakıma bu oyun. Bu oyun bizim için bir kaçış rampası idi. Gerçekten çok sıkıldık. Kimseyle de görüşmüyoruz.  Mesela ben risk grubundayım. Hemen hemen bütün testleri yaptırdım çalışmalara virüs yükü getirmeyeyim diye. Bu kadar da titizlendik. Bütün oyunun doğum süreci göz açıp kapayıncaya kadar bitti herhalde. Örneğin BAOB'da bir sahnede oynuyorduk. Bir yağmur sahnede akıyor. Şırıl şırıl sular akıyor sahneye. Özlem sahnedeki suların içerisinde falan oynuyor... Örneğin bir repliği var hatırlarsan ‘ağlatın melekleri’ dediği. Tam bu repliği söylediğinde yukarıdan sular aşağıya doğru akıyor.

“İyi bir oyun savaşçıdır”

Ö: Ama böyle kovadan boşalırcasına. Benim tüylerim de ürperiyor, bir de hep aynı yerde.

PP: Çok başarılıydı oyun, tebrik ederim.

Y.C.B: Biz sahneden kostüme ışığa kadar her şeyi çok sevdik. Kraliçe Elizabeth'in ışığı da böyle olmalıydı zaten

PP: Işık aslında yardımcı oyuncu gibiydi.

Ö: Haklısın. Biz aslında gölgelere de selam verdik.

Y.C.B: Tasarımından da, sürecinden de, söylediği laftan da, taşıdığı değerden de gayet memnunuz. İyi oyun savaşçıdır, geçmiş olana kaçış bırakmaz ve sahne onun en güzel cephesidir. Bütün umutları geleceğe taşır. O yüzden diyorum ki; özgür bir kadının yazdığı, özgür bir kadının uyarladığı, özgür bir kadının yönettiği ve özgür bir kadının sahneye taşıdığı bu oyun başka bir dille kadını yeniden yakalıyor. 

Bu oyunu izleyemeyenler içinde 1 Nisan'da Kafa Sahnede olacağız. Perşembe günü akşam 19.00'da.