Güvendiğimiz dağlara kar yağmasından hemen önceydi. Kara bulutlar kaplamıştı göğü ama dolunaydır diyerek avutuyorduk kendimizi. Ne pustan ne dumandan bi haberdik. Yine kandırıyorduk kendimizi, kanıyorduk herkese.
Dünya dönmeye devam ediyordu biz onu öküzün boynuzları arasında zannederken. Israrla gelen sineği kovalamaya çalışıyorduk daha fazla sallanmayalım diye ama birileri çoktan öküzün altında buzağı aramaya başlamıştı bile.
Suyolunu buluyor, yalan söyleyenlerin burunları uzadıkça uzuyor ama ne olurda olsun yalancının mumu kaç yatsı geçse de bir türlü yanmıyordu. Ne şerden bir hayır doğduğu vardı ne şerden belasını bulan.
Masallarda bile görünmeyecek kadar koyu bir karanlık, tıpkı büyük bir pelerin gibi sarmıştı göğümüzü de, biz bunu sinemada yeni bir aksiyon filmi gibi izlemeye devam ediyorduk.
Mal mal bakmaya, gördüğümüzü anlamadan gülümsemeye, gülümsememize sebep bulmadan zamanı akıtmaya devam ediyorduk. Zamanla birlikte akan kanını hesabını sormamak ise bilinçsiz beynimizin bilerek yaptığı tek şeydi galiba.
Nereye kiminle beden gittiğimizi zaten bilmiyorduk ama her şeyi biliyormuş gibi davranmaya ve yaşamaya öyle alışmıştık ki izlediğimizin dizilerin aklımızda yarattığı tahribattan olsa gerek kendimizi kimi zaman jön, kimi zaman esas kız kimi zamanda yenilmez yanmaz ölmez savaşçı olarak görüyor, inanmayana nanik yapıyorduk.
Sahiden ne olmuştu bize?
40 yıl önce kapısı kilitlenmeyen evlerde ekmeğine yağ sürüp yaşayan mutlu çocuklardan ne ara trafikte önüne geçti önündekine şiddet uygulayana dönüşmüştük.
Ne işlemiştik, ne yemiş ne içmiştik te dünya insana dönüşürken, biz yarım kalmıştık.
Neden tamamlayamamıştık insanlığımızı?
Uzaktan her şey iyiydi sanki de biraz yaklaşınca gelen pis kokular da neyin nesiydi?
Ne olmuştu da çöplüğün konusu bile insanın kokusundan daha güzel gelmeye başlamıştı.
Neydi hepimizi çürüten, çürüdükçe de bundan övünç kıvanç duymaya sebep olan
Neydi yeni doğan bebekleri bile sinir stresle, ufacık çocukları şiddetle büyüten?
Kavgayı dövüşü ayırmayı değil de çoğaltmayı seven, sürekli hırlayan, saldıran ama tüm hayvanlardan daha vahşi tarifsiz bir canlıya dönüşen insana ne olmuştu?
Başka bir gezegenden önce geçmişimiz sonra da geleceğimiz son moda bir deterjanla bir güzel temizlenmeye kalkılmış ama kirleri bırakılmış gibi daha büyük bir kire mi bulaşmıştık?
Teknoloji sayesinde virüs yüklenmiş bedenlerimizde kendimize ait orijinal yazılımımız olmadığı, Allah vergisi tüm duyguları tek tek aldırdığımız için fabrika ayarlarına da mı geri dönemiyorduk?
E ne olacaktı şimdi?
Kapkara pelerinin altında, zehirli okla vurulmuş zavallı bir öküzün boynuzunda ha düştük ha düşeceğiz diye boş veriyor muyduk yoksa her şeyi?
Sahi başka dünyalardan gelip insanlığımız aldılar onu anladık peşi sıra mutluluğumuzu, çocukluğumuzu hatta sevincimizi de mi aldılar?
İnsanlık gidince kaldığımız kendimizi, birbirimizle bu yüzden mi düşman hem de doğmadan önce.
Önce kafamızın sonra bedenimizin içine sıkıştığımız hayatımızın bizi bırakıp gittiği yanılgısıyla gerçekten koca bir gezegende tıkılıp kaldığımız gerçeği mi bizi bu kadar bunaltan?
Bir bardak su için birbirini öldüren bir dilim ekmek için kafa koparanların olduğu koca dünya yetmedi diye mi kimseye?
Yetmedi
Vallahi yetmedi?
Gidebildiğim kadar gittim koşabildiğim kadar koştum ama olmadı
Durdum
Durduğumda ruhum bende önce gelmişti oraya gördüm
Ruhunu arayanları tek tek buldum aslında
Ama
Dünyasını kendini kaybedenleri elimden kaçırdım
Hem onları bulsam ne olacaktı?
Güvendiğim dağlara kar çoktan yağmıştı…