Sevgili Pembe Pusula dostları, her yazımızda bir derdimizi paylaşıp aslında bir nebze olsun gönül ortaklığında buluşmanın da yollarını arıyoruz.
Biçare duygularımıza gem vuramayıp, hüznü masalara yatırmanın telaşını sorguluyoruz.
Hayat pusulamızdaki kadar pembe olmuyor bazen.
Gözyaşlarımız pembe gözlüklerimizi buğularken, halimize binlerce kez şükretmenin küçüklüğüne mutlu oluyoruz.
Fani bir dünyada yaşadığımız gerçeğinden yola çıkarsak, toprak hepimiz için kaçınılmaz bir son olarak göze çarpıyor.
Ne kadar dolu dolu, ne kadar faydalı yaşadığımız bir ömrün hesabını yapmak bizler için bir ödev gibi aslında…
Geçtiğimiz günlerde yaşanan trajik olaylar hala dimağlarda…
Eli kalem tutacak olan minicik yavrular, güzel kadınlar, yakışıklı erkekler Suriye’de kimyasal olduğu öne sürülen saldırıyla Hakk’a yürüdü.
Adalet aranılan şu günlerde yaşanan tartışmalar içinde ölümün soğuk yüzünü haklı çıkaracak hiçbir şey olamaz.
Nereden gelirse gelsin, müsebbibi kim olursa olsun böyle bir ölümü kimse hak etmiyor.
Şam sokaklarının diğer yakasında havuza giren insanlardaki rahatlığı görmek istiyor bağıra bağıra ölen yavruların ağzında…
Gülmenin kendilerine çok yakıştığı çocuklar, damat veya gelin olacak, sevgi tohumlarını, ülke sevdasıyla birleştirip geleceğe yürüyecek bedenler, soğuk, kanlı ve acımasız sokaklarda boylu boyunca uzanırken, neden soruları hep havada kalıyor.
Solan yüreklerin arkasında kalıp yaşamak ne kadar kolay ola ki?
Ruhen ölmüş bir insana yaşama sevinci aşılasanız tutar mı ki?
Kimyam bozuluyor diyerek, yüz çevirerek, yaşanan vahşete duyarsız kalıp, adam sendecilik oynayarak gününü gün edenler, mahşer günü suratınızı gerçekten görmek istiyorum…
Ana yüreği belki de bilmiyorum ama öfkem dinmiyor…
İçim acıyor, ya evladımı aynı şekilde ellerimle toprağa uğurlamak zorunda kalsaydım
Ya siz zarif hanımlar, ya siz yakışıklı beyler…
Ölüme meydan okuma değil, hâşâ!
Duygusuz kalmayın, duyarsız kalmayın…
Ölümün kimden geldiğine değil, nasıl acıttığına bakın!