Toplumsal eşitsizlik ve toplumu oluşturan gruplar arasındaki sosyal dengenin bozulması beraberinde sosyal
çatışmaları tetikleyerek bireylerin sahip olma istekleri ve mülkiyet talepleri, meşru olarak sahip olunamayan
şey’e karşı meşru olmayan yöntemlerle sahip olma eylemleri ile sonuçlanarak kanunlar ve ilgili hukuk mevzuatı
çerçevesinde suç olarak sabit görülmektedir. Suç, önce düşünen bir varlık olan insanın zihninde düşünce olarak
var olan bir eylemdir. O halde her şey gibi suç da önce insan zihninde düşünce olarak var olmaktadır ve suçu
yok tan var eden önce insan zihnidir. Her şey önce insan zihninde başlar “düşünüyorum, öyleyse varım” diyen
Descartes’e karşı “düşünüyorum öyleyse suçluyum” diyen bir insanla karşı karşıya kalıyoruz. Düşünce insanı
var ettiği gibi, insanı da suçlu edebiliyor ve “düşünüyorum öyleyse suçluyum”, “düşünüyorum öyleyse yokum”
önermesi ile de düşünen varlık olan insanı karşı karşıya getirmektedir. Düşünen bir varlık olan insan yanlış bir
düşünce sonucunda tasarlayarak, bir başka düşünen varlık olan insanı sahip olma isteği ile canına kastetmesi ile
gerçekleştirilen eylem kanunlar ve ilgili hukuk mevzuatı çerçevesine göre suç kabul edilmektedir. Düşünme
eylemi ile önce insan zihninde başlayan bu eylem suç ile sonuçlanmaktadır.
Suç kelimesini her duyduğum anda aklıma gelen tek şey ünlü Rus yazar Dostoyevski’nin Suç ve Ceza adlı
eserindeki başkahraman karakteri olan Raskolnikov’dur. Hukuk Fakültesi öğrencisi, hayatla ilgili farklı
beklentiler içinde olan dört aydır ev kirasını ödeyemediğinden ev sahibi tarafından mahkemeye verilen,
yoksulluk içinde kıvranan, kendine bakamadığı için hastalanan, paraya ihtiyaç duyduğu için para eden
eşyalarını tefeciye rehine bırakan bir karakter olan Raskolnikov içinde bulunduğu bu ruhsal bunalımlardan
çıkış yolu olarak kendini sıradan insanlardan faklı üstün insan görerek, sıradan insanların kanunlara uyması
gerektiği, üstün insanların kanunları çiğneme hakkının olduğunu, örnek olarak Napolyon’un mevcut kanunları
çiğneyerek yeni kanunları hayata geçirdiğinden hareketle kendisinin de üstün insan olarak içinde bulunduğu bu
yoksulluk ve sefaletten altınları olan topluma zararlı, kan emici bir tefeciyi planlayarak, öldürmek suretiyle
kurtulacağını düşünür ve öldürme eylemini gerçekleştirerek suçunu işler.
İşte bu an’dan itibaren yani tefeci kadını öldürme eylemini gerçekleştirdikten sonra yoksulluk içinde yaşayan
Hukuk Fakültesi öğrencisi olan Raskolnikov, artık toplum önünde asla terk edemeyeceği ve hayatının bundan
sonraki her an’ında peşinden geleceği yeni bir kimliğe ve karaktere bürünmüştür. Bu kimlik ve karakter suçlu
Raskolnikov‘dur. O artık toplum huzurunda herhangi bir insan değildir, bir suçludur. Düşünen bir varlık olan
insan yanlış düşünmesinin sonucunu kanunlar önünde, toplum huzurunda suçlu damgası yiyerek ödeyecektir. O
artık suçlu Raskolnikov olacaktır. “Düşünüyorum, öyleyse varım” diyen Descartes’e karşı , “düşünüyorum,
öyleyse suçluyum” diyecektir suçlu Raskolnikov kendi zihninde düşünerek gerçekleştirdiği öldürme eylemi
sonucunda taşıyamayacağı, bundan sonraki hayatında her zaman peşinden gelecek olan suçlu kimliği ile kendi
düşüncesinde baş başa kalmıştır. Daha önce üstün insan olmak idealiyle gerçekleştirmeyi düşündüğü tefeci
kadını öldürme eylemi yerine, artık öldürme eyleminin sıcaklığı soğumaya başladığı an’dan itibaren gün yüzüne
çıkan gerçeklerle karşı karşıya kalmıştır Raskolnikov. O gerçekte suçlu olduğu gerçeğidir ve suçlu olduğu
gerçeği ile kendisini karşı karşıya getiren de içindeki insani kişiliği, vicdanıdır. Raskolnikov artık vicdanında
suçlu Raskolnikov’u mahkemeye çıkarmıştır. Vicdanının yasaları ve kanunları içinde hesap sormaktadır, kendi
kendine. Üstün insan olarak gördüğü kendine kanunlara karşı gelmeyi uygun gören Raskolnikov, işlediği suç
sonrasında “kendi içinde de kanunların olduğunu, dışımızdaki kanunlardan kaçmaya çalışsak ta “kendi
içimizdeki kanunlardan asla kaçamayacağımızı, kaçışın olmayacağının” farkına vararak vicdanının bir yargıç
gibi işlediği suç ile ilgili vereceği karara teslim edecektir. “hiçbir suçun cezasız kalamayacağını, kalmadığının
” düşünsel olarak farkına vararak kendini vicdanının alacağı karara, yani adalete teslim edecektir. Suçlu
olmanın taşınamayacak yükü karşısında vicdanının sesine kulak veren Raskolnikov pişmanlık duygusu ile
düşüncesinde kendini sorgulamaktadır. Sanık kendisidir, hakim kendisidir, mahkeme kendisidir, her şey
kendisidir adalet için pişman olmak bir sonuç mudur?, bir kurtuluş mudur?, yapılan kötü, yanlış eylem
karşısında insanın kendisini işlediği suç karşısında çektiği vicdan azabı ve taşıyamayacağı yükün sonucunda
kendini affetme ve toplum tarafından affettirmek için yapılan bir savunma mekanizması olarak başvurduğu bir
yöntem midir?, ne derece güvenilirdir?. Bir çeşit vicdanını rahatlatma yöntemi midir?. Vicdan azabı
duyduğunda yapılan kötü eylemin cezasını ödemiş mi olur ? insan(suçlu). Hıristiyanların günah çıkarması bu
eylemin vardığı bir sonuç mudur?. Her suç işleyen suçlu Hıristiyan işlediği suçlar sonucunda günah
çıkarttığında suçu hafiflemiş ve suçlu kimliğinden arınmış mı olur?. Tanrı huzurunda ilahi adalet mi sağlanmış
olur?. Vicdanının sesine bir insan nasıl kulak verebilir, yanlış bir düşünce içindeyken düşüncesinin yanlış
olduğunu ve düşüncesinin bir suça sürükleyeceğinin farkına varamaz mı? düşüncesinin yanlışlığı sonucunda
suç işleyerek suçlu olup ta vicdan azabı çekerek pişman olabilmeyi başaran ve pişman olmayı bilen ve
vicdanının sesine kulak veren düşünen insan.. Vicdan azabı çekmeyi, pişman olmayı, vicdanının sesine kulak
vermeyi biliyor da düşündüğü her şeyin sonucunun ne olacağını ve nereye varacağını neden bilmiyor düşünen
insan?.
kalın felsefeyle
devamı haftaya